Neler Hakkında Yazıyorum?

30 Aralık 2020 Çarşamba

Kelime Oyunu - 5

Merhabalar.

Kelime Oyunumuzda beşinci hafta. Bu hafta kelimeleri ben seçtim. Herkesin neler yazdığını okumak için sabırsızlanıyorum. Bu haftanın kelimeleri; kedi, film, keman, hasret, ağaç.

Hadi yazalım. :)

***

Çalgıcılar Sokağı caddesi sabah gelen haberle çalkalanıyordu. Herkes bir köşede bunu konuşuyordu. Neler yapabiliriz diye birbirlerine danışıyorlardı. Bir grup çoktan protesto planlarına başlamıştı. İçlerinden birinin matbaası vardı. Orada pankartları basacaklar, diğerleri de tanıdıkları herkesi çağırıp kalabalık oluşturacaktı. Tüm bu hengamenin içinde uykusundan yeni ayılan Tekir ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Köşesinde şaşkın şaşkın etrafı izlerken Kirli koşa koşa yanına geldi. 

"Tekir abi duydun mu olanları? Bizim çınar ağacını keseceklermiş abi. Havuz yapılacakmış buralara. Süs çiçekleri ekeceklermiş. Abi yakışır mı bizim caddeye süs bitkisi dikmek. Şimdi ben onların yanına mı kıvrılıp yatacağım yani? Sen söyle güzel abim."

Kirli'nin söylenmeleriyle neye uğradığını şaşıran Tekir duyduklarıyla da hayli sinirlenmişti. Çalgıcılar Sokağı pek işlek bir cadde değildi. Ama burada yaşayan insanlar buranın müdevimleriydi. Herkes birbirini tanır. Her gün selamlaşarak geçerlerdi birbirinin yanından. Eski bir muhitteydi aslında. Şimdilerde yeni yeni gelen restorasyon çalışmalarıyla birkaç yeri değişse de genel mimari on yıllara dayanıyordu. Zamanında çeşitli müzisyenlere ev sahipliği yapmıştı. Adı da buradan geliyordu.

Tekir, hala sinirli sinirli soluyan Kirli'yi sakinleştirmek için: "Hele bir dur işin aslını astarını anlayalım. Parlama hemen." dedi. İkisi birlikte tarihi sinemanın arkasındaki çöplüğe ilerlediler. İçeride sabah 9.15 seasının filmi yayınlanıyordu. Vurdulu kırdılı bir karate filmiydi yine. Sabah sabah kim izliyor bunları diye düşünürdü hep Tekir. Nihayet ara sokağa vardıklarında Duman ve çetesini gördüler.

Duman aslında bir ev kedisiydi. Ama sahibi gündüzleri onu serbest bıraktığı için sokaklarda dolaşırdı. Ev kedisi olması onu diğerleri arasında ayrıcalıklı yapıyordu. O yüzden genelde özenilen ve saygı duyulan biriydi. Ama evde olabildiğince sevimli olan o kedi, dışarıda tam bir serseriydi. Tüm belalı işlere karışır, her yerden haberi olurdu.

Tekir selam verdikten sonra neler olup bittiğini anlatmasını istedi. Duman da belediyenin havuz yapma bahanesiyle meydandaki çınarı keseceğini söyledi. Yakın zamanda caddenin sonuna yapılan avm sahibi şikayet etmiş. Çok yaşlı olduğu için ağacın çürüdüğünü ve avmnin böceklendiğini söylemişler. Ama ortada ne bir böcek ne de çürüyen bir yaprak varmış. Asıl dert çınarın caddede önemli bir simge olması dolayısıyla çınar etrafında işletilen çay bahçesinin avm müşterilerini buraya çekmesiymiş. Kendi kafesi işlemeyen adam böyle bir hile ile müşterileri kendine bağlamayı amaçlıyormuş.

Duman'ın dediklerini duydukça daha da sinirlenen Tekir bu işe el atmaya karar verdi. Her ne kadar Duman çetenin lideri olsa da sokakta en çok sözü geçen kedi Tekir'di. O ne dese ikiletmeden yapılırdı.

Tekir bu sokaklarda doğmuştu. Hayatı boyunca da buradan hiç çıkmamıştı. Aslında sahibi vardı ama bir sokak kedisiydi. Sahibi yıllar önce bu caddede müzik yapan bir sokak sanatçısıydı. Kemanıyla türlü türlü parçalar çalar, ekmeğini bundan kazanırdı. Bir gün bir sokak arasında Tekir'i bulmuştu. Annesi Tekir'i terk etmişti. Beslenemediği için de hayli zayıflamıştı. İşte kemancı bu halde alıp onu büyütmüş, sağlığına kavuşturmuştu. Bir türlü eve alışamayan Tekir sokaklarda yatmış ama her gün sahibinin yanında müzik yapmıştı. Yanında bir kedi ile keman çalan bu adam gittikçe ünlenmeye başlamıştı. Taa başka şehirlerden onu dinlemeye gelen kişiler bile oluyordu. Günlerden bir gün bir yapımcı, adama bir teklifle geldi. Adam da kabul etti. Tekir'i de yanında götürmek istedi ama tüm hayatı burada olan Tekir reddetti. Böylece iki dost ayrıldılar. Hala içinde kemancıya karşı özlem duysa da kemancı vefalı davranıp boş zamanlarında yine bu yere gelip Tekir'i görüyordu. İşte o zamanlar hasreti de azalıyordu. 

Tekir ve Duman'ın önderliğinde kediler de örgütlenmeye başladılar. Önce civardaki tüm kedilere haber verdiler. Hepsi yedikleri yemeklerden kalan artıkları avmye taşıyacaktı. Ama bu tehlikeli bir görevdi. Kedilerin bunu sezdirmeden yapması gerekiyordu. Üstelik avmnin güvenliğine de dikkat etmeleri gerekliydi. Çöpleri oraya koysalar da hemen temizleneceği için bunu sürekli yapmaları lazımdı. Çevredeki tüm kediler bu emre uydu. Zaman geçtikçe avmnin önü çöp yığılı hale gelmişti. Ne kadar temizlense de göz açıp kapayana kadar yeniden kirleniyordu. Bu işte kedilerin parmağı olduğu kırk yıl düşünse aklına gelmeyen avm sahibi, gelen müşterilere suç buluyordu. Müşterilerle kavga ettikçe de müşteri kaybediyordu. İkinci plan ise çınarı kesmek için gelecekleri zaman uygulanacaktı.

Beklenen gün geldiğinde insanlar ve belediye çalışanları çoktan münakaşaya girmişlerdi bile. İki tarafta diğerine derdini anlatmaya çalışıyordu. Avm çalışanı ise bu karışıklığa canı sıkılmış bir an önce ağacın kesilmesini istiyordu. Sonra sokağı yüksek sesli miyavlamalar kapladı. Belki yüz belki bin kedi dört bir yandan çınarı kuşatmışlardı. Hepsi ya çınarın üzerinde ya da çevresinde miyavlamaya, hırlamaya devam ediyordu. İnsanların hepsi bu duruma çok şaşırmıştı. Kimse kedilerin neden böyle bir şey yaptığını anlamyordu. Kedilerin arasından Tekir öne çıktı. Protestocuların elindeki pankartlardan birini ağzına alıp çınarın yanına taşıdı. Kedilerin çınarı korumak için böyle bir şey yaptıklarını anlayan insanlar şaşkınlıktan küçük dillerini yutacak hale gelmişlerdi. Yaptıkları yanlışın farkına vardılar ve doğayı rahat bırakmaya karar verdiler.

Karışıklık durulunca protestocuların lideri çınarı yetkililere gösterip aslında ne bir çürüme ne de bir böcek olmadığını anlattı. Yalan ihbar üzerine yetkililer avm sahibine ceza verdi. Tüm bu olanları bir köşeden izleyen avm sahibi de yaptıklarından çok utanmıştı. Kendisi o an daha çok kazanmak uğruna geleceğini kaybedeceğini anladı. Çalgıcı Sokağı halkından ve kedilerden özür diledi. Yetkilerin verdiği yüz bin fidan dikme cezasını kabul etti. Ve bunun için Çalgıcı Sokağı başta olmak üzere tüm ülkeye fidan dağıttı. Avm içinde de doğa dostu markalarla çalışmaya karar verdi.

Bu olay tüm hafta ana haberlere konu olmuştu. Daha önce bu caddeyi duymayanlar gelip görmeye başladılar. Pek çok belediye ve avm sahibi de bu olaydan ders aldı ve daha ekolojik bir yaşama geçmeye başladılar. Tüm ülkede hızla değişen bu sistem ile herkes değişikliği hissetmeye başlamıştı. Artık hava daha temizdi, hastalıklar azalmış, hayvan ve bitki çeşitliliği artmıştı. Bu olanlar dünya basınının da dikkatini çekti. Dünyadaki tüm insanlar aslında doğanın efendisi değil bir parçası olduklarını anladılar. Küresel çapta bir temizlenme başladı. Dünya artık daha temiz bir yer haline gelmişti. Önceden sorun olan her şey ortadan kalmıştı. Yetkililer ozon tabakasında iyileşme gördüklerini bildirmişlerdi. İklim değişimi ve buzullardaki erime de durmuştu.

Dört bir yandan gelen haberleri duydukça Tekir, Duman, Kirli ve diğer kediler mutluluktan miyavlıyorlardı. Aslında dünya çapında ünlenen kediler olsalar da Çalgıcılar Sokağı'ndan vazgeçememişlerdi. Küçücük bir sokakta köşede kıvrılan kedilerle başlayan bu hareket tüm dünyanın kaderini değiştiren bir devrime dönüşmüştü. Şimdi tek istekleri gelecek nesillerin de bu duyarlılıkla yaşamalarıydı.

***

Bitti. :D Yüzümde bir gülümseme var ve nedense gözlerim dolu dolu. Böyle şeyler yazdıkça 'gerçek olur mu ki?' düşüncesi sarıyor beni. Umarım olur. Hayal etmesi bile güzel.

Kendi seçtiğin kelimelerle yazmak zormuş bayağı. Bir sürü konu değiştirdim birinde karar kılana kadar. Hatta birini yazdım iptal ettim. Ama bu içime sindi. Kedi Tekir'in macerasını okudunuz. Umarım hoşunuza gitmiştir. Böyle hayvaların bakış açısıyla yazılan kitaplar ya da yapılan filmler benim çok hoşuma gidiyor. Yeni kelime oyunlarında görüşmek üzere o halde. :)

Mutlulukla kalın.

28 Aralık 2020 Pazartesi

Denediğim Farklı Tarifler ve Onların Resimlerini Ararken Arşivden Çıkanlar :D

Merhabalar.
Bu evde geçirdiğimiz günlerde belki sizlere fikir olur diye denediğim farklı tarifleri yazayım dedim. Çektiğim fotoğrafları araken de taa yıllar öncesinden kareler buldum. Önce tarifleri verip sonra da o resimleri koyayım. Hem bana nostalji olsum hem de belki size fikir olur onlar da. 

(Başta hep kek kek gitmiş ama ileride asıl farklı tarifler başlıyor. :)

Bu pastayı sıradan bir keki ikiye kesip içine krem şanti ve meyveleri koyup süsleyerek yaptım. Size kekin tarifini vereyim. Biz hep bunu yapıyoruz ve yumuşacık oluyor. Ama püf nokta önce yumurta ve şekeri beyazlaşana kadar çırpmak. O zaman harika kabarıyor. Bir de kabartma tozunu mikserle çırpmayın diyorlar ama çırpıyorum valla. Uğraşamam fazladan bulaşıkla. :D
Kek için; 3 yumurta, 1 su bardağı(sb) şeker, 1 sb sıvıyağ, 1 sb süt, 1 paket(pk) vanilin, 1 pk kabartma tozu ve 2,5 sb un.
Sizlerin yaptığı kekler buna benziyor mu? Farklı tarifleriniz varsa yorumlarda yazabilirsiniz. 
Bunlar da arşivden çıkan envai çeşit pasta modeli. Bizim küçüğü de oyalamak için olabildiğince süslemeli pastalar yapıyorduk bir ara.


Açık ara farkla en sevdiğim budur. Malzemeler aynı olsa da meyve bir başka yapıyor tadını. Evde meyveler en hızlı bozulan şeyler olunca yensin diye ben mısır gevreğinin, kekin, krakerin yanına falan koyup öyle yediriyorum kardeşime falan. Hem yediği abur cubur daha sağlıklı hale bürünüyor hem de işin içine hikaye falan katarak daha eğlenceli oluyor. Mesela mısır gevreğinden sürpriz çıkacak oluyor. Krakerlerle meyveler farklı ülkelerdeki kişiler olup arkadaş olmuş oluyor, geride kalan arkadaş yalnız kaldım diye ağlıyor falan. Böyle yemek yedirme hikayelerim çoktur benim bizim evde. :D
Bakın mesela yoğurda katmışım o zaman da. Ama çok ağır olmuştu hatırlıyorum. :D
Bu Molotof tatlısını daha önce paylaşmıştım zaten. Yemek.com sitesinden aldım ben. Siz de orada bulabilirsiniz. Videosu da mevcut Youtube'da. Marşmelov gibi çok tatlı. Puf puf oluyor. Yemesi çok eğlenceli.
Bunlar da elma topları. Yine meyve değerlendirmeleri. 5 dakikalık bir tarif. Bisküvi, tarçın, elma rendesi. İsteğe göre fındık-ceviz de konulabilir. Tadı çok güzel ve hafif. Biz kayısı ile de yaptık ama en güzeli elma. 
Bunlar da elmalı pankekler, daha dün sabah denedik. Youtube'ta takip ettiğim bir kanal yapmıştı. Buradan izleyebilirsiniz. Pankek hamuruna biraz tarçın koyuyoruz ve yarım santim dilimlediğimiz elmaları ona batırıp pişiriyoruz. Üzerinde çok hamur kalmasın ve en düşük ısıda olsun mümkünse hemencecik pişiyor, elmalar da yumuşuyor zaten. Sonra üzerine pudra şekeri ve tatlandırı bir şeyler ekleyebilirsiniz. Biz bal, çikolata falan döktük. Bence en güzel baldı. 
Bizim küçükle yaptığımız kurabiyeler. Bunun tarifini bayatlamayan tuzlu kurabiye yazıp bulabilirsiniz. Nefis yemeklerdekinden yapmıştık. Çok da lezzetli. 
Bu da çok pratik bir kurabiye. Yine Nefis Yemekler sitesinde damla çikolatalı kurabiye diye bulabilirsiniz. 
Lavaş pizzalar. Çok lezzetli oluyorlar. Hem de çıtır çıtır.
Kahvaltıya bu lavaşlarla yumurtalı halini yapıyoruz bazen. Her şeyi koyup pişerbilrisiniz fırında. Hatta kapaklı bir tavada bile olur. Çok pratik ama şovlu. :)
Bu tarif çok lezzetli. Patatesi halka halka kesiyoruz sonra halkaları da çubuk şeklinde kesiyoruz. Baharat, yağ ve tuzla ağzı kapalı tavada pişiriyoruz. Yumuşayınca isteğe göre sucuk, salam, kaşar ya da başka türlü peynir çeşidi ya da canınız ne istiyorsa. Yeşillik olur, sebze olur... Yumurta ile karıştırıp patateslerin üzerine döküyoruz. Hepsi pişince yemeğimiz hazır. 
Bu da Emir Yargın'ın gamer böreği. Ben sosis sevmem ama bizim küçükler için yapmıştım. Yani hamur kısmı fena değildi ama sosis tadını hiç sevmediğim için benlik değil bu tarif. 

Bir başka kahvaltılık tarif ise tortilla muffin. Tortillaları kesip muffin kalıbına yerleştiriyoruz. Tabii önce kalıbı yağlıyoruz. Sonra içine ne isterseniz koyabilirsiniz. Bunu ben Tasty'de görüyordum hep. Çok lezzetli oluyor. Aşırı doyurucu değil ama kendinizi şımartmak için bire bir. 
Bunlar ise tonbalıklı pirinç topları. Minfei ile Uzakdoğu diye bir kanal var Youtube'ta tarifi oradan aldım. Siz de buradan tarife ulaşabilirsiniz. Elimdeki malzemelerle benzeterek yaptım. Birkaç mazleme eksikti sanırsam. Tadı aynı suşi gibi ama bana suşi yerken ki rahatsız hissi verdi. Bir iki tane yemek tamam ama daha fazlası mümkün değil benim için. O balık tadı çok fazla geliyor ikisinde de. Yine de siz suşi seviyorsanız bunu da seversiniz. 
Yine Emir Yargın'dan soğan turşusu tarifi. Ve belirtmeliyim ki harika oldular. Biz bunları bitirip bir daha yaptık. Her şeyle gidiyor. Hemen yapın bence siz de. Çok basit yapımı da. Hiç öyle diğer turşular gibi yok tutmadı, yok eridi derdi yok. 8 saate hazır turşu. :D
Bir de bu aralar evde noodle deniyoruz. Kayseri'deyken Metro'dan almıştık birkaç paket. Onlarla da yaptım ama onları çekmemişim. :( Bu ilk denememiz. Ama A101'e yumurtalı noodle gelmiş onlardan alıp deneyeceğim. Bizim aldığımız markanın aynısıydı paketi görmüştüm. Ama adını hatırlamıyorum şu an. Bunların tariflerini de yine Tasty gibi yerlerden ya da internete yazıp gördüklerimden yapıyorum. İçine farklı olarak soya sosu ve zencefil tozu koyuyorum. Gerisi hep Türk mutfağı ürünleri. Çok lezzetli oluyor ama bence. 
İşte yukarıda ki eriştenin paketi de bu. Canım Thai eriştesi. Bu aralar Tayland aşığıyız efendim gördüğünüz gibi. :D
Bu ise soya soslu tavuk. Tadı çok güzeldi. Hiç öyle Asya esitisi alamadım. O yüzden ben yapamadım diye düşünüyorum. :D Ya da ben de aynısını yaptım ve bu Asya yemekleri çok güzel, gidince bol bol yiyeceğim. :D Umarım ikincisidir. Çünkü oralara gidersem her şeyi denemek istiyorum. Kötü olurlarsa çok üzülürüm. 
Ve tavuğun yanında Çin pilavı. Ailem bize yumurtalı pilav yedirdin diye takılıyorlar bana. Valla bizim pirinç pilavına rakipti bence. Arada yapılabilir ama bizimkiler yumurtalı pilav yemezlermiş bir daha. O yüzden yaptırmıyorlar. :D

Evet tarifler bitti. Umarım hoşunuza gitmiştir. Bugün buralarda takılasım vardı hep. Hiç kafamı toplayıp ders çalışamadım. Boş durmak da istemedim. O yüzden aklımdaki yazıları yazayım dedim. Umarım sıkcı ya da saçma olmamıştır. Bazılarında tarif vermedim ama ben de nasıl yaptığımı tam hatırlamıyorum. İnternette aratıp çıkan tarifleri kafamda birleştirerek yaptım. Biraz da evdeki malzemelere göre.
Bu pandemi evde aşçılık hünerleri göstermemi sağlıyor benim için. Her gün aklıma estikçe bir şey deniyorum. Evdeki herkes sırasıyla bir yemek yapıyor, birbirimizi övüyoruz sürekli. :D Eğlenceli geçiyor yani yemekler, çok şükür. :)
Yemek yapmak sevdiğim bir uğraş. Blogta da dursun böyle bir post. Kendimden bir parça. İleride hafızamı kaybedersem bak yemek yapabiliyorum. Ayy çok boş yapıyorum ama parmaklarım yazmayı kesmiyor bir türlü. Silmeyeceğim ama buraları. Bugün bana bir haller oldu öyle başka bir kafadayım. Canım mı sıkıldı ki? Neyse artık gerçekten bitti. Kendinize iyi bakın.
Mutlulukla kalın. 

27 Aralık 2020 Pazar

Mim: Kitap Sayfalarında Kaybolmak

Merhabalar.


Uzun zamandan sonra bir mim yazısı yazıyor olmak çok güzel bir his. Sevgili Kağıttan Dünyam beni bu güzel mime davet etmiş. Ben de büyük bir heyecanla yapıyorum. Onun yazısını buradan okuyabilirsiniz. Haydi o zaman başlayalım.

 1.Tekrar tekrar okumak istediğiniz kitabın adı nedir? 

*Emma (Jane Austen) -okuduğum zaman çok keyif almıştım ve yeniden okumak isterim. Yazarın en sevdiğim kitabı galiba Emma.

*Gün Olur Asra Bedel (Cengiz Aytmatov) -o kadar uzun zaman oldu ki yeniden bir elime alıp o upuzun bir günde olanları yeniden yaşamak, orada anlatılan diyarlara gitmek isterim. Çok severim bu kitabı.

*Nar Ağacı (Nazan Bekiroğlu) -lisedeki kitap klübümüzde okumuştuk. Geçenlerde anneme anlattım kitabı ama unutmuşum hep. Yeniden bir okumak isterim. O zamanlar çok zor okuduğumu hatırlıyorum. Bakalım şimdi okuyuculuğum gelişmiş mi?

*Başucumda Müzik (Kürşat Başar) -bu da çok sevdiğim siyasi bir aşk hikayesi tadında bir kitaptı. Blogda yazısı da var.

*Romantika (Turgut Özakman) -öyle güzel bir aşk hikayesiydi ki. Yeniden yeniden yeniden okuyabilirim.

*Yabancı (Melissa Landers) -bu kitap hayatımda okuduğum ilk ve tek fantastik serinin ilk kitabı. Üniversitede denk gelip almış ve okumuştum. Sevmiştim de çünkü daha önce böyle şeyler okumadığım için hoşuma gitmişti. Sonra ikinci ve üçüncü kitabı çıktı. Alsam mı almasam mı derken arkadaşım bana doğum günü hediyesi almıştı ikincisini. Öyle olunca ben de üçüncüyü aldım. Ama kaldı öyle. Şimdi ilk kitabı okuyup seriyi bitirmek istiyorum. 

2.Konusuyla sizi içine çekmiş bir kitabı bitirdikten sonra yazara olan övgünüzü/hayranlığınızı nasıl gösterirsiniz? 

Tembel bir blog yazarıyım, bunu biliyorum ama sanırım gelip buraya yazmayı düşünürüm ilk etapta. Fikir olarak kalan çok kitap var şu an bile. :D Sonra yazarın diğer kitaplarını, hayatını araştırırım. Diğer kişilerin yaptığı yorumları, incelemeleri okurum. Bunları kitaptan önce de okuyorum genelde ama sevdiysem daha bir derine inerim. Öncesinde spoiler endişesi ile çok abartmam. Bir de o kitabı gördükçe alıp bir sarılırım. Kitaplara sarılmayı çok severim ben. Biraz değişik bir alışkanlık belki ama eşyalara sevgimi gösterirken de sarılırım, öperim, güzel sözler söylerim. Öyle yapınca pozitif enerjinin arttığına inanıyorum.

3.Unutamadığınız sizde iz bırakan kitap karakteri/karakterleri ?

*Şeker Portakalı - Zeze. Gördüğüm kadarıyla herkes Zeze demiş, ben de Zeze'yi seçiyorum. Kuzum o benim.

*Kolera Günlerinde Aşk - Florentino Ariza. Çok ilginç geliyor bu karakter bana. Üzerine düşündükçe ilk okuduğumda olan, yıllardır aşkına sadık kalan adam, imajını kaybediyor ve yaptığı bazı şeyleri yanlış buluyorum.

*Khaled Hosseini kitaplarındaki karakterleri hiç unutamıyorum.

*Adam ve Kız - bu kitaptaki Adam ve Kız karakterleri de unutulmazlar arasında.

*Koku - Grenouille. Hala okuyorum bu kitabı daha bitmedi ama şimdiden bu karakteri de unutamayacağımı biliyorum. Çok etkiledi beni. Hayatı deneyimleme şekli, kısıtlı imkanlarla hayatta kalması, kendini keşfetmesi ve yaşadığı değişim hepsi beni dehşete düşürüyor okurken. 

*Elenaor ve Park - Elenaor ve Park benim bitanelerim. Onları hiç unutamam, çok seviyorum.

*Tehlikeli İlişkiler -  Markiz de Merteuil. Başka bir aurası var bu karakterin. Her uyarlamasında hep bu karakter çekiyor kendine beni.

*Othello - buradaki Othello ve Iago karakterleri beni çok etkilemişti. 

4.Okurken kendinizi üzgün, hüzünlü ve ağlarken bulduğunuz bir kitap var mı? 

Ben mütemadiyen ağlayacak bir şey bulurum okuduğum, izlediğim, dinlediğim şeylerde. Çok çabuk gözlerim dolar. O yüzen bu maddeye en yakın zamanda olmasa da en aklımda kalanı seçiyorum. Cengiz Han'a Küsen Bulut. Bu kitap Gün Olur Asra Bedel'in yan kitabı. Onun içindeymiş ama siyasi kısıtlamalar yüzünden kaldırılmış sanırım. Öyle hatırlıyorum ben yani. Bu kitabı bir gece vakti okuyordum ve son sayfalara geldikçe zaten içimde yangın gibi beni yakan her şey birleşti ve belki de dakikalarca ağladım.

5.Çocukken okuduğunuz sizi etkileyen fakat konusunu silik olarak hatırladığınız bir kitap var mı? 

*Pollyanna - umutsuz bir pollyannayım ben de bu yüzden. :D

*Çocuk Kalbi - ilkokul öğretmenimiz derslerin sonunda kısa kısa okurdu bizlere. Sonra ben de alıp baştan kendim okumuştum. Çok güzel zamanlardı.

*Define Adası - okuduğum ilk kitaplardan. Çok ayrıntı hatırlamıyorum ama kaba taslak aklımda. 

*Sakız ve Ay Taşı - bu kitabı çok severim. Geçenlerde bulduk yeniden küçük kardeşim de okudu. O da çok eğlendi. Fantastik bir konusu var. Çizimleri de çok tatlı.

~~~

Evet bitti bile. Başta zor olur diye düşünüyordum yalan yok ama beklediğimden kolay oldu. Bu yazıyı okuyan herkes yapabilir bu güzel mimi. Yorumlarda belirtin sizi ziyaret edeyim ben de. Bir kez daha Kağıttan Dünyam bloğunun sahibi İlkay'a teşekkür ederim beni mimlediği için.

Mutlulukla kalın.

26 Aralık 2020 Cumartesi

Uncontrollably Fond - Dizi

Merhabalar.
Sizlere Ağustos'ta izlediğim bir diziyi anlatmaya geldim. Ben bu diziyi izlerken yollardaydık. Ülkenin bir ucundan diğer ucuna arabayla yolculuk ediyorduk. Üstelik bir düğün için. Hala hatırladıkça cesaretimize ve şansımıza ağzım açık bakıyorum. Neyse ki önlemlerimizi alarak yaptığımız bir yolculuktu da hastalıkla karşılaşmadan bitti. İşte ben de o yolculuk boyunca bu diziyi izledim. Netflix'te bölümleri mevcut olduğu için telefonumdan istediğim yerde açıp izleme imkanı buldum. Böyle zamanlarda Netflix gibi uygulamaları seviyorum. Pratik oluyorlar. 
Dizi romantik, dram türünde diyebiliriz. Kore dizilerinde dram temasının son zamanlarda ivme kaybettiğini düşündüren bir dizi oldu bu da. Önceden dram denilince içim çıkana kadar ağlar, kalbim yanmış, tüm acılar o diziye pay edilmiş gibi hissederdim. Ama şimdiki dramlar daha realist ve acıtasyona girmiyorlar. Ben duygusal mazoşist biri olarak ilkini daha çok seviyorum açıkçası ama bu diziyi dram adına beklediğimi alamasam da çok beğenerek izledim. Her şeyden önce görüntü kalitesi, çekim açılar, renkler, müzikler süperdi. Yönetmenin diğer işlerini de uygun bir zamanda izlemeyi düşünüyorum. Senaristi isim yapmış dizilerin senaristliğini yapmış birisi. Yani o yönden de emin olarak izleyebilirisiniz. Ama mesela senaristin bir başka dizisi A Love to Kill. Ben onu da izledim ve aşırı iç parçalayan bir dramdı o mesela. Shin Min Ah ve Rain'le karşılıklı ağlaşarak izlemiştim o diziyi. 
Neyse biz kendi dizimize dönelim. Sizin bana yukarıda tarif ettiğim gibi aşırı dram dizisi önerileriniz varsa yorumlara yazabilirsiniz. Memnuniyetle kabul ederim. :)
Dizinin konusundan bahsedelim artık çok gevezelik yaptım. Shin Joon Young (Kim Woo Bin<3) Kore'nin çok ünlü oyuncularından biridir. Büyük bir hayran kitlesi vardır. Bir sürü iş yapıyor ve çokça seviliyordur. Ancak bir gün tedavi edilemeyen bir hastalığı olduğunu ve bir yıllık ömrü kaldığını öğrenir. Başta bunu kabullenmese de daha sonra yapmak istediği bir şey olduğunu hatırlar ve bu bir yılı istediği şeyi yaparak değerlendirmek ister. No Eul(Suzy) muhabir olarak çalışıyordur. Tuttuğunu koparan, savaşçı bir karakteri vardır. Habercilik yaparken topladığı bilgilerle önemli kişilere şantaj yapıp para istiyordur. Hayatta gururun önemsiz olduğunu, para için ne gerekirse yapılması gerektiğini düşünüyor gibi görünür. İşte Shin Joon Young'un son isteği No Eul'u bulup iyi yaşadığından emin olmaktır. Menajerine onu bulmasını söyler. Menajer, No Eul'u bulur. Birbirleriyle yeniden karşılaşan ikili bir oyuncu ve muhabirden başka, ortak geçmişe sahip iki kişidir. No Eul'un Shin Joon Young belgeselini çekecek ekipte görevlendirilmesi ile bu ikili beş yıl sonra yeniden bir arada olacaktır. Geçmiş hesaplaşmalar yapılacak, karışan işler düzeltilmeye çalışılacak ve eskide gizli kalan hisler ortaya çıkacaktır.

***Spoiler***
Diziden beğendiğim birkaç resmi paylaşıp aklımda kalan birkaç yer hakkında konuşacağım. İzleyeli uzun zaman olduğu için bazı yerleri hatırlamıyorum ama aklımda kalan beni etkileyen sahneler var.
Önce bu güzelliklere bir bakalım. Burada üniversiteler. Joon Young, No Eul'dan sahte sevgilisi olmasını ister. Ona borçlu olan kızımız da kabul eder. Ama bizimki bilmiyor ki taa liseden beri bu kız sana aşık. No Eul'un itiraf edeceği sahne de beni çok etkilemişti. Heyecanlı ama kendine güvenli bir şekilde Joon Young'un evinin önüne gidiyor ama bizim çapkını en yakın arkadaıyla görüyor. Hadi kızı sevse içim yanmayacak. Ama o kızın ileride ben Shin Joon Young'la çıktım diye hava atması harikaydı. Ben de olsam hava atardım valla. :D
Dizide Joon Young dizi çekimlerindeyken ölüm sahnesinde bir tüy uçuyor. Daha sonraki bölümlerde No Eul kaza geçirince de o tüyü görüyoruz ekranda. Ben hep en sonda Joon Young ölürken de bu tüyle alakalı bir şey görünür sanmıştı ama olmadı. Ya da benim gözümden kaçtı. Ama başta bu tüyün dizide ölümü çağrıştırdığını sanıyordum.
Ah burası benim kalbimi aldı sardı sarmaladı. Öyle güzeldi. No Eul, neden hatılamıyorum, Joon Young'a yemek yapıyor. Ama nasıl kötü. Joon Young kendini zorlayıp bir lokma alıyor ama yutamıyor. Sonra tükürmek için banyoya gittiğinde vazgeçip kendini zorlayıp yiyordu. Joon Young asla sevmediği bir şeyi yapmayacak bir karakter ama No Eul için yaptıkları beni çok etkilemişti.

Burası da belgesele başladıkları gün. Üç aylık ömrün kalsa ne yaprdın diye soruyorlar belgeselde. İntihara meyilli gençlere umut olsun diye yapılıyormuş belgesel. Ama Joon Young soruyu duyunca mahvoluyor. Hele ki bunu sevdiği kadının ağzından duyunca. Ve 'üç ay ömrüm kaldıysa benimle hiçbir şey düşünmeden beraber ol.' diyor No Eul'a. No Eul şaşırsa da kararlılığını görünce kabul ediyor. Set ekibi şaşkın ve telaşlı. Olacak iş değil çünkü. Ama sonra 'Joon Young işi yokuşa sürmek için böyle dedi, No-pd de onun oyununa ayak uydurdu' diye toparlıyorlar olayı. Ama sonra No Eul kendi kendine konuşurken 'Joon Young neden kızdı acaba? Onu ciddiye almadığımı mı düşündü? Yoksa ciddiye aldım diye mi kızdı?' diyor. Bu sahneler nedense en sevdiklerim arasında. İkisi de şaka ayağına asıl söylemek istediklerini söylüyorlar.
Bu kişi ise No Eul'un bir arkadaşı. Memurluk sınavına hazırlanan bir genç olarak kendini tanıtsa da aslında bir millet vekili oğlu. Şimdi olay şöyle. No Eul lisedeyken babasına gözlerinin önünde araba çarpıyor. Suçluları bulmak için uğraşsa da olayın üzeri kapatılıyor ve asıl suçlu cezasız kalıyor. No Eul işin peşini bırakmayıp araştırdıkça işin içinden bu millet vekili çıkıyor. O zamanlar savcı olan bu adam zengin bir ailenin kızını korumak için olayın üstünü kapatmış. No Eul'u da tüm itirazlara rağmen susturmuşlar. İşte o zengin kız da, bu resimdeki adamın nişanlısı. Adam olayı öğreniyor ve bir şekilde borcunu ödemek için No Eul'un yanında kalmak istiyor. Zamanla da ona aşık oluyor falan. Klasik.
Joon Young'un annesine başlarda çok kızdım. Oğlunu yalnız büyüten bir anne. Hep savcı olmasını istemiş Joon Young. Ama Joon Young daha sonradan üniversiteyi bırakıp oyuncu olmuş. Bu yüzden de ona çok sinirli. Ne kapıdan girmesine izin veriyor ne bir nasılsın diye soruyor. Yokmuş gibi davranıyor hatta. Restoranının kapısına 'Shin Joon Young hayranları giremez!' bile yazmış. Joon Young annesinin yanına gidip de kovuldukça çok üzüldüm. Çocuk hasta ya ne var biraz merhamet göstersen, savcı olmadıysa ne olmuş, deyip durdum. Bir de asıl olay şu ki önceden bahsettiğim o savcı aslında Joon Young'un babası. Güya oğlu olduğunu bilmiyormuş da, ondan yanında olamamış gidip başkasıyla evlenmiş falan da filan. Ama sonunda işin aslının öyle olmadığını, adamın mevki sahibi olmak için onları terk ettiğini öğreniyoruz ki ben hiç inanmamıştım zaten o adama. Neyse ki sonunda oğlu için bir şey yapabildi.
Ay ay ay bu sahne çok güzel. <3 Kucağındaki ayı lisedeyken aldığı ayının aynısı. 
Tabii konserde böyle romantiklikler yaparsan o kendine hayran diyen kişiler sana hayatını yaşama fırsatı verir mi hiç? Kıza yükleniyorlar bu sefer. O da onların elinden kurtarıp, elini tutuarak gidiyor. :)
Neyse No Eul başta Joon Young onunla geçmişteki gibi dalga geçiyor sansa da onu hala sevdiği için uzatmıyor ve sevgili olmayı kabul ediyor. Bunu derken keşke mutlu mesut bir sevgili hayatı yaşasalardı diye de içimden geçiriyorum. Yine araya intikamlar, ayrılıklar, hastalıklar, üçüncü kişiler, her şey giriyor. Ve ağız tadıyla bir gün geçiremeden yine hasret, yine üzüntü, yine gözyaşı bizimkilerin payına düşüyor.




Annesi ile barışınca kapıdaki yazıyı çizip 'welcome' yazmıştı annesi. Çok sevinmiştim burada.
No Eul'un buradaki hisleri ve söyledikleri ne kadar yıprandığının kanıtı. Hep itilip kakılmış. Şimdi onların verdiklerini kabul edince bile aşağı görülüyor. Ama ne kadar çabalasa da neyi değiştirebildi ki? Ne onu rahat bırakıyorlar ne de hakkı olanı veriyorlar. Paranın ve güç arzusunun ne kadar korkunç olduğunu bu diziyi izlerken bir kez daha anladım.
Oy bunlar keşke hayal olmasaydı. Hayalle ağzımıza bir kaşık bal çaldılar sonra dramlardan dram beğendirdiler bize. :(
Burada belgeseli editliyor. Joon Young'dan çok etkilendiği ama inadından ayrıldığı için bakmadan yapmaya çalışıyor.
Sonra Joon Young'un arada bir kameraya bakıp bir şeyler dediğini fark ediyor. Bunlar ne mi? Öleceğni düşündüğü için onunla vedalaşmaları. Ses olmayan bu görüntülerle No Eul ne dediğini bulmaya çalışıyor. Bulduğunda da... :'(

Bakın bu hayal değil ama burada da Joon Young sabah kalkıp gidiyor kızın yanından. Ya dizide en kızdığım nokta buydu. İntikam uğruna güzel geçecek günleri çöpe attılar resmen. Yine intikam alınırdı neden birbirinize bu kadar kötü davrandınız. İtip durdunuz öyle birbirinizi. Ne oldu sonunda iki gün mutluluk sonrası ebedi ayrılık. üff...
Kuzularım benim. Hafıza kaybı kaçınılmazdı bu dizide ve oldu da. Joon Young kendini üniversitede sanıyor. O zamanki olaylardan bahsediyor No Eul'a. İzlerken belki de en mutlu anı o zamandı diye düşünmüştüm. O zaman babası yüzünden yanlış kararlar almasaydı şimdi No Eul'la birlikte ve mutlu olabilirdi.


Bizimkilerin çifte kumru halleri. <3




Bu bölümler hem çok güzel hem de acı doluydu. Joon Young'un hastalığı ortaya çıkmıştı. İkili olabildiğince çok vakit geçirmeye ve anı biriktirmeye çalışıyorlardı. Sonunda sevdiğinin omzuna başını yasladı ve ona veda etti.


Bu sahne hala aklımdadır. No Eul'un gün içindeki koşuşturması bitince durağa gelip Joon Young'un posteri ile güç toplaması beni çok etkiledi. Posterde 'İyi iş çıkardın.' yazıyor. No Eul da sanki Joon Young onu övmüş gibi düşünüp mutlu oluyor. 
***Spoiler Son***
Spoiler yazmak beni çok zorladı. Bazı yerleri hatırlayayım diye baktım ve pıt pıt gözyaşlarım damladı sürekli. Diziyi gerçekten çok sevdim. Beni çok etkiledi. Hikayesi, çekim kalitesi ve müzikleri başlı başına efsaneydi bana göre. Oyunculuklara gelirsek Kim Woo Bin zaten baş tacım olan bir oyuncu. Pek çok işini izledim. Aşırı yetenekli. Tam bir şölendi onu izlemek. Ama o kadar gerçekçi oynadı ki o hastalığına üzülürken ben hep onu düşündüm. Yakın zamanda kanseri yendiği haberlerini okumuştum diziyi izlemeden önce. Bu yüzden hiç acı çekmemiş olmasını, bir daha hiç hasta olmamasını, sağlıklı ve mutlu olmasını diledim sürekli. Şu an çok iyi görünüyor instagramda. Yakınlarda bir hesap açtı. Böyle yıllardır onları izledikçe ayrı bir bağ kuruyor insan oyuncularla. Ben öyle fanlık olaylarını abartmam ama bir yerlerde işini yapan insanları izleyip, gelişmelerini görüp onları desteklemek çok değerli benim için. Hepsinin başarılı ve iyi insanlar olmasını istiyorum. 
Biraz da Suzy'den basedelim. Dizi izleyicilerinden bazıları idol-oyuncuları sevmez. Ben Suzy'i kişi olarak seviyorum. Çok fazla dizisini izledim önceden de. Oyunculuğunu eksik bulmakla beraber kendini geliştirdiğini de görüyorum. O yüzden başlarda biraz sıkıntılı olsa da karakteri tanıdıkça daha da iyiye gittiğini söyleyebilirim. Gu Family Book'taki performasından kat kat üstte ayrıca bu dizide. Eğer izleyenler varsa o diziyi karşılaştırma yapabilirsiniz.
Evet söyleyeceklerim bu kadar. Dediğim gibi dizi Netflix'te mevcut. Başka yerlerde de eminim vardır. İzlemek isteyenlere iyi seyirler, izleyenlerle yorumlarda buluşabiliriz. :)

Mutlulukla kalın.