Neler Hakkında Yazıyorum?

25 Mart 2023 Cumartesi

Notre Dame de Paris - Müzikal

Merhabalar.

Notre Dame'ın Kamburu kitabını ve anlattığı hikayeyi bilmeyen yoktur. Ben de kabaca hakkında fikir sahibiydim bundan öncesinde. Daha sonra karşıma bir şarkı çıktı. Şarkıyı beğenip araştırınca Notre Dame de Paris müzikalinin en sevilen parçalarından biri olan Belle olduğunu öğrendim. İlk kez 1998 yılında gösterilen müzikal olmasına rağmen benim şu an keşfetmiş olmam beni çok şaşırttı ve hemen koşup izlemek istedim. Şansıma internette Türkçe çevirisi bolca mevcuttu. Ben buradan izledim eğer merak eden varsa. İşte o andan sonra da her gün kesintisiz müzikalin şarkılarını dinliyorum. Üstelik bir çok ülkede farklı dillerde sergilendiği için onları da buldum. Ama bir tek İspanyolca olanını beğendim. Onun müziklerini de buraya bırakayım. La Canción De La Zíngara favorim.

İstanbul'da yaşayanlara da bir güzel haber vereyim. Müzikal Fransız orijinali ile Zorlu'da yayınlanacakmış.

Hani bir replik var ya yanımdasın dokunamıyorum çok saçma. İşte bu tam olarak benim şu an ki hislerimi anlatıyor. Gitsen gidilir ama imkanlar elvermeyince ben de dramatik bir el hareketiyle nayır nolamaz diyerek sandalyeme yıkılıyorum. Şaka bir yana ben bir anda bu kadar çok sevdiğim için buraya da yazayım dedim. Kitabı da aldım. Müzik ve Sessizlik bitince okuyacağım.

Benim gibi müzikali bilmeyenler bir şans verebilirler. Bilenler için de farklı versiyonlarını dinlemek hoş olabilir diye düşünüyorum. İstanbul'daki gösteriye gidenler benim yerime de bolca eğlensin. Kendinize iyi bakın.

Mutlulukla kalın.

16 Mart 2023 Perşembe

BCP Mart * Kadın Yazarlar Ve Polisiye

Merhabalar.

Blogları canlandırma projesine devam ediyoruz. Mart ayının konusu kadın yazarlar ve polisiye. Bu sefer biraz erken yazıyorum. Hazır aklımda bir şey varken ve zamanım da varken yazayım dedim. Ben polisiye teması için bir süredir merak ettiğim Kuzuların Sessizliği filmini seçtim. İmdb'de puanı çok yüksek olan filmler, hep izlemem gereken, izlemediğim için çok şey kaçırıyormuşum gibi düşündüren bir yerdeler benim için. Ama çoğu da eski olunca pek sıra gelmiyor açıkçası.

Neyse gelelim filme. Ben gerçek suç olaylarını dinlemeyi seven biriyim. Özellikle seri katillerin psikolojileri çok ilginç olduğu için bununla ilgili çok yayın tükettim. Birazcık Amerika'nın olayları hikayeleştirmesiyle de -bence- bu tarz içerikler sıkça yapılıyor. Yine bu türden bir podcastte bu filmden bahsediliyordu. Konuşmacılar sevdiklerini söyleyince de izleyeyim dedim. Ama gerçekten çok sıkıldım. Belki o zaman için başarılı ve farklı bir iş olabilir ama ben sevemedim. Çok tahmin edilebilir bir senaryoya, teatral oyunculuklara (bunu demek asla haddim değil belki ama sevemedim işte), başı sonu kopuk gelen noktalara sahip bir filmdi. Olayları ve nelerden esinlenildiğini bilmesem karakterlerin çoğu davranışını bir sebebe bağlayamazdım bile bence. Sadece polisin eski anılara gittiği sahneleri çok sevdim. Sahne geçişleri harikaydı. Devam filmleri de varmış ama izlemem sanırım. Hala nasıl bu kadar çok puan aldı anlayamıyorum da. Zamanında aldığı ödülleri sonuna kadar hak ediyordur ona sözüm yok. Çünkü o zamanın şartlarına göre değerlendiriliyor. Ama şimdi üzerine başka bir sürü benzer ve bence daha gerçekçi hikaye gelmişken en azından bu kadar yüksek puanlı olmazdı diye düşünüyorum. Bu tamamen benim cahilliğimden de olabilir. Eğer bilmediğim bir nokta varsa aydınlatın beni. Ya da sadece benim kişisel zevklerimle uyuşmadığı için de olabilir bilemiyorum. Ama düşüncelerim bu şekilde.

Kadın yazarlar konusu için de son zamanlarda okuduğum bir kitap var. Benim şu an ki okuma hızıma göre Mart bitene kadar bitmeyebilir o yüzden ilk 100 sayfanın verdiği hislerle yazıyorum bunları. Gerçekten ilginç ve hoş bir kitap. 

Kitabın adı Müzik ve Sessizlik. Danimarka'ya kralın emrinde çalışmaya giden bir müzisyenin hikayesini anlatıyor. Yorumlardan gördüğüm kadarıyla insanların sıkça sahaflarda denk gelip beklentisiz okumaya başlayıp sevdikleri bir kitap olmuş. Sahafta sıfır beklentiyle alma kısmı benim için de geçerli. Sevmek kısmını da zaman gösterecek. Şu ana kadar merakla dolu bir hoşlantıyla okuyorum denebilir. Ama çok karakter var. Bir not defteri alıp notlar alsam iyi olacak. 

Böyle işte Mart ayı da böyle geçti, geçiyor. Daha yazsam çok fazla serzeniş, öfke, iç sıkıntısı, korku çıkacak kelimelerimden ama elim de varmıyor bir şekilde. Neyse yazma çubuğu kıpırdanıp duruyor. Beynim karma karışık. Durgun sulara kavuşunca bol bol yazarım. Mutlu mutlu şeylerden bahsederiz.

O zaman bir kez daha...

Mutlulukla kalın.

1 Mart 2023 Çarşamba

BCP Şubat * Şiir ve Psikoloji

Merhabalar.

Bcp Ocak yazısı geç gelmiş olsa da Şubat'ı geciktirmek istemedim pek. Sizler de Blogları Canlandırma Etkinliğine katılmak isterseniz Okurix bloguna buradan ulaşıp bilgi alabilirsiniz. Bu ayın konusu hakkında düşünürken tek bir öneri yapmak istemedim. Hem bu ay izlediğim hem de öncesinde izleyip Bcp içinde önermek istediğim işleri yazmak istiyorum.

-Bu ay izlediğim bir filmle başlayayım. Sister My Sister. Bu film 1933 yılında Fransa'da yaşanan bir cinayet olayını konu alıyor. Ben gerçek suç konularını kurguda izlemeyi sevmiyorum. Bu filmde de o his vardı. Ama oyunculukların övüldüğünü görünce izlemek istemiştim ve iki kız kardeşin oyunculuğunu, evin hanımları ile hizmetçilerin aynı evde görünmez duvarlarla ayrılmış yaşamlarını izlemek güzeldi. Onun dışında ortalama diyebilirim. Ama gerçekte yaşayan kişilerin çocukluğundan geçen travmaları öğrenince çok üzülmüştüm.

-Bu ay baştan sona izlememiş olsam da hayatımın her anında mutlaka azar azar da olsa izlediğim bir dizi Lost. Benim en sevdiğim Kore dizisi oldu artık kendileri. Her detayına aşığım. Bence psikoloji türüne çok yakışan bir havası var.

-Bir başka dizi de Grey Rainbow olsun istedim. Oyunculuklar amatör kalabilir ama çekim kalitesini, konunun işleniş tarzını çok beğeniyorum ben. Bir Tayland dizisi. Konuyu sevmeyen insanlar olabilir o yüzden öncesinden bir okuyun. Ben Tayland yapımlarından genelde bl türünde olanları izliyorum. Onlardan da kalitelisi ya da bana hitap edeni diyeyim, çok az çıkıyor. Gray Rainbow da onlardan biri. Benim için, bir anda sevdim nasıl oldu anlamadım diyebileceğim dizilerden.

-Bir başka önerim ise belki çoğu kişinin karşısına çıkmıştır. Kısa animasyon filmi olan The Boy, the Mole, the Fox and the Horse. Aklınız erdiğinde daha da anlamlanan mesajlarıyla o karların içinde içinizi sıcacık yapan bir film. Hani toplumlar hakkında, yeni nesil hakkında bir sürü eleştiri ya da yorumda bulunuluyor ya son zamanlarda. Bireysellik, mental rahatsızlıklar, toplumsal dejenerasyon gibi gibi. Onlara öğüt niteliği var.

Ben şu an kişisel hayatımda ve zihin dünyamda hiçbir gerçekliğe inanamaz olduğum bir noktadayım. Dünyanın bir yerlerinde yaşanıyor denenler, kendi ülkemizde olduğu söylenen şeyler ve daha başka pek çok ifadeyi kulaklarım duyuyor, gözlerim görüyor ama beynim kabul edemiyor, inanamıyor. İnkar gibi de değil ama sanki soyutlandım. Acıdan uyuşuyorum artık. Birilerini, bir şeyleri haklı bulmak haksız bulmak. Doğrusu neydi, yanlış olan ne çözemiyorum. Muhtemelen bu yazdıklarım bile bendekilerin ufacık bir yansıması oldu ve kendim bile çözemediğim zihin karmaşamı asla anlatamadım ama parmaklarım yazmaya başladı ve durdurmadım. Yazının geneli dağınık olabilir o yüzden kusura bakmayın. Kafamı toplamak biraz zor bu aralar. Umarım öneriler hoşunuza gider. Bu sefer böyle oldu. Kendinize iyi bakın.

Berrak bir zihin -umarım- ve...

Mutlulukla kalın.