Neler Hakkında Yazıyorum?

30 Aralık 2020 Çarşamba

Kelime Oyunu - 5

Merhabalar.

Kelime Oyunumuzda beşinci hafta. Bu hafta kelimeleri ben seçtim. Herkesin neler yazdığını okumak için sabırsızlanıyorum. Bu haftanın kelimeleri; kedi, film, keman, hasret, ağaç.

Hadi yazalım. :)

***

Çalgıcılar Sokağı caddesi sabah gelen haberle çalkalanıyordu. Herkes bir köşede bunu konuşuyordu. Neler yapabiliriz diye birbirlerine danışıyorlardı. Bir grup çoktan protesto planlarına başlamıştı. İçlerinden birinin matbaası vardı. Orada pankartları basacaklar, diğerleri de tanıdıkları herkesi çağırıp kalabalık oluşturacaktı. Tüm bu hengamenin içinde uykusundan yeni ayılan Tekir ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Köşesinde şaşkın şaşkın etrafı izlerken Kirli koşa koşa yanına geldi. 

"Tekir abi duydun mu olanları? Bizim çınar ağacını keseceklermiş abi. Havuz yapılacakmış buralara. Süs çiçekleri ekeceklermiş. Abi yakışır mı bizim caddeye süs bitkisi dikmek. Şimdi ben onların yanına mı kıvrılıp yatacağım yani? Sen söyle güzel abim."

Kirli'nin söylenmeleriyle neye uğradığını şaşıran Tekir duyduklarıyla da hayli sinirlenmişti. Çalgıcılar Sokağı pek işlek bir cadde değildi. Ama burada yaşayan insanlar buranın müdevimleriydi. Herkes birbirini tanır. Her gün selamlaşarak geçerlerdi birbirinin yanından. Eski bir muhitteydi aslında. Şimdilerde yeni yeni gelen restorasyon çalışmalarıyla birkaç yeri değişse de genel mimari on yıllara dayanıyordu. Zamanında çeşitli müzisyenlere ev sahipliği yapmıştı. Adı da buradan geliyordu.

Tekir, hala sinirli sinirli soluyan Kirli'yi sakinleştirmek için: "Hele bir dur işin aslını astarını anlayalım. Parlama hemen." dedi. İkisi birlikte tarihi sinemanın arkasındaki çöplüğe ilerlediler. İçeride sabah 9.15 seasının filmi yayınlanıyordu. Vurdulu kırdılı bir karate filmiydi yine. Sabah sabah kim izliyor bunları diye düşünürdü hep Tekir. Nihayet ara sokağa vardıklarında Duman ve çetesini gördüler.

Duman aslında bir ev kedisiydi. Ama sahibi gündüzleri onu serbest bıraktığı için sokaklarda dolaşırdı. Ev kedisi olması onu diğerleri arasında ayrıcalıklı yapıyordu. O yüzden genelde özenilen ve saygı duyulan biriydi. Ama evde olabildiğince sevimli olan o kedi, dışarıda tam bir serseriydi. Tüm belalı işlere karışır, her yerden haberi olurdu.

Tekir selam verdikten sonra neler olup bittiğini anlatmasını istedi. Duman da belediyenin havuz yapma bahanesiyle meydandaki çınarı keseceğini söyledi. Yakın zamanda caddenin sonuna yapılan avm sahibi şikayet etmiş. Çok yaşlı olduğu için ağacın çürüdüğünü ve avmnin böceklendiğini söylemişler. Ama ortada ne bir böcek ne de çürüyen bir yaprak varmış. Asıl dert çınarın caddede önemli bir simge olması dolayısıyla çınar etrafında işletilen çay bahçesinin avm müşterilerini buraya çekmesiymiş. Kendi kafesi işlemeyen adam böyle bir hile ile müşterileri kendine bağlamayı amaçlıyormuş.

Duman'ın dediklerini duydukça daha da sinirlenen Tekir bu işe el atmaya karar verdi. Her ne kadar Duman çetenin lideri olsa da sokakta en çok sözü geçen kedi Tekir'di. O ne dese ikiletmeden yapılırdı.

Tekir bu sokaklarda doğmuştu. Hayatı boyunca da buradan hiç çıkmamıştı. Aslında sahibi vardı ama bir sokak kedisiydi. Sahibi yıllar önce bu caddede müzik yapan bir sokak sanatçısıydı. Kemanıyla türlü türlü parçalar çalar, ekmeğini bundan kazanırdı. Bir gün bir sokak arasında Tekir'i bulmuştu. Annesi Tekir'i terk etmişti. Beslenemediği için de hayli zayıflamıştı. İşte kemancı bu halde alıp onu büyütmüş, sağlığına kavuşturmuştu. Bir türlü eve alışamayan Tekir sokaklarda yatmış ama her gün sahibinin yanında müzik yapmıştı. Yanında bir kedi ile keman çalan bu adam gittikçe ünlenmeye başlamıştı. Taa başka şehirlerden onu dinlemeye gelen kişiler bile oluyordu. Günlerden bir gün bir yapımcı, adama bir teklifle geldi. Adam da kabul etti. Tekir'i de yanında götürmek istedi ama tüm hayatı burada olan Tekir reddetti. Böylece iki dost ayrıldılar. Hala içinde kemancıya karşı özlem duysa da kemancı vefalı davranıp boş zamanlarında yine bu yere gelip Tekir'i görüyordu. İşte o zamanlar hasreti de azalıyordu. 

Tekir ve Duman'ın önderliğinde kediler de örgütlenmeye başladılar. Önce civardaki tüm kedilere haber verdiler. Hepsi yedikleri yemeklerden kalan artıkları avmye taşıyacaktı. Ama bu tehlikeli bir görevdi. Kedilerin bunu sezdirmeden yapması gerekiyordu. Üstelik avmnin güvenliğine de dikkat etmeleri gerekliydi. Çöpleri oraya koysalar da hemen temizleneceği için bunu sürekli yapmaları lazımdı. Çevredeki tüm kediler bu emre uydu. Zaman geçtikçe avmnin önü çöp yığılı hale gelmişti. Ne kadar temizlense de göz açıp kapayana kadar yeniden kirleniyordu. Bu işte kedilerin parmağı olduğu kırk yıl düşünse aklına gelmeyen avm sahibi, gelen müşterilere suç buluyordu. Müşterilerle kavga ettikçe de müşteri kaybediyordu. İkinci plan ise çınarı kesmek için gelecekleri zaman uygulanacaktı.

Beklenen gün geldiğinde insanlar ve belediye çalışanları çoktan münakaşaya girmişlerdi bile. İki tarafta diğerine derdini anlatmaya çalışıyordu. Avm çalışanı ise bu karışıklığa canı sıkılmış bir an önce ağacın kesilmesini istiyordu. Sonra sokağı yüksek sesli miyavlamalar kapladı. Belki yüz belki bin kedi dört bir yandan çınarı kuşatmışlardı. Hepsi ya çınarın üzerinde ya da çevresinde miyavlamaya, hırlamaya devam ediyordu. İnsanların hepsi bu duruma çok şaşırmıştı. Kimse kedilerin neden böyle bir şey yaptığını anlamyordu. Kedilerin arasından Tekir öne çıktı. Protestocuların elindeki pankartlardan birini ağzına alıp çınarın yanına taşıdı. Kedilerin çınarı korumak için böyle bir şey yaptıklarını anlayan insanlar şaşkınlıktan küçük dillerini yutacak hale gelmişlerdi. Yaptıkları yanlışın farkına vardılar ve doğayı rahat bırakmaya karar verdiler.

Karışıklık durulunca protestocuların lideri çınarı yetkililere gösterip aslında ne bir çürüme ne de bir böcek olmadığını anlattı. Yalan ihbar üzerine yetkililer avm sahibine ceza verdi. Tüm bu olanları bir köşeden izleyen avm sahibi de yaptıklarından çok utanmıştı. Kendisi o an daha çok kazanmak uğruna geleceğini kaybedeceğini anladı. Çalgıcı Sokağı halkından ve kedilerden özür diledi. Yetkilerin verdiği yüz bin fidan dikme cezasını kabul etti. Ve bunun için Çalgıcı Sokağı başta olmak üzere tüm ülkeye fidan dağıttı. Avm içinde de doğa dostu markalarla çalışmaya karar verdi.

Bu olay tüm hafta ana haberlere konu olmuştu. Daha önce bu caddeyi duymayanlar gelip görmeye başladılar. Pek çok belediye ve avm sahibi de bu olaydan ders aldı ve daha ekolojik bir yaşama geçmeye başladılar. Tüm ülkede hızla değişen bu sistem ile herkes değişikliği hissetmeye başlamıştı. Artık hava daha temizdi, hastalıklar azalmış, hayvan ve bitki çeşitliliği artmıştı. Bu olanlar dünya basınının da dikkatini çekti. Dünyadaki tüm insanlar aslında doğanın efendisi değil bir parçası olduklarını anladılar. Küresel çapta bir temizlenme başladı. Dünya artık daha temiz bir yer haline gelmişti. Önceden sorun olan her şey ortadan kalmıştı. Yetkililer ozon tabakasında iyileşme gördüklerini bildirmişlerdi. İklim değişimi ve buzullardaki erime de durmuştu.

Dört bir yandan gelen haberleri duydukça Tekir, Duman, Kirli ve diğer kediler mutluluktan miyavlıyorlardı. Aslında dünya çapında ünlenen kediler olsalar da Çalgıcılar Sokağı'ndan vazgeçememişlerdi. Küçücük bir sokakta köşede kıvrılan kedilerle başlayan bu hareket tüm dünyanın kaderini değiştiren bir devrime dönüşmüştü. Şimdi tek istekleri gelecek nesillerin de bu duyarlılıkla yaşamalarıydı.

***

Bitti. :D Yüzümde bir gülümseme var ve nedense gözlerim dolu dolu. Böyle şeyler yazdıkça 'gerçek olur mu ki?' düşüncesi sarıyor beni. Umarım olur. Hayal etmesi bile güzel.

Kendi seçtiğin kelimelerle yazmak zormuş bayağı. Bir sürü konu değiştirdim birinde karar kılana kadar. Hatta birini yazdım iptal ettim. Ama bu içime sindi. Kedi Tekir'in macerasını okudunuz. Umarım hoşunuza gitmiştir. Böyle hayvaların bakış açısıyla yazılan kitaplar ya da yapılan filmler benim çok hoşuma gidiyor. Yeni kelime oyunlarında görüşmek üzere o halde. :)

Mutlulukla kalın.

23 Aralık 2020 Çarşamba

Kelime Oyunu - 4

Merhabalar.

Bu hafta kelimeleri Hanife Ertaş seçti. Onun yazısını okumak için buraya tıklayabilirsiniz. Bu haftanın kelimeleri; yeşil,baharat,şiir,yol,sabah.

Hadi başlayalım.

***

Yokuşu çıkıp dükkanın önüne geldiğinde nefes nefese kalmıştı. Kapıyı açmadan önce ellerini dizlerinin üzerine koyarak eğildi ve biraz soluklandı. Son kez sesli bir nefes verdikten sonra doğrulup anahtarını aramaya başladı. Bir yandan da haline gülüyordu. Her gün bu yokuşu çıkıp hala böyle yoruluyor olmak komik gelmişti ona. Anahtarı bulup dükkanın kapısını açtı. Kapının üstündeki zilden bir şıngırtı geldi. İşte gülümsemek için bir sebep daha diye düşündü. Hemen eşyalarını kenara bırakıp dükkanın içini düzenlemeye, yerleri süpürüp silmeye başladı. Nihayet rutin işleri bitince kendine bir sabah kahvesi koydu. Bu seferkini yeni almıştı. İçinde baharat aromaları vardı. Aldığı ilk yudumla farkı hissetti ve bu değişikliği yaptığı için mutlu oldu. Aslında önceden hayatını hiç değiştirmeden yaşardı. İstemediğinden değil de ya ertelerdi ya da korkardı. Ama geçen senelerde yaşadığı pandemi ile hiçbir şeyin ertelemeye gelmediğini anlamıştı. Hayat siz planlar yaparken yolunuza bambaşka bir şey çıkarıveriyordu. O yüzden fırsatınız varken yapmak lazımdı.

İnsanlar yavaş yavaş sokakta görünür olmaya başlamıştı. Bugün hafta içi olduğundan pek gelen giden olmazdı. Kenara koyduğu şiir kitabını alıp kaldığı yerden okumaya başladı. Arada sevdiği dizeler olursa da dükkanda yaptığı alıntı köşesine yazıyordu. Bazen gelen müşteriler de yazarlardı bir şeyler. Hatta düzenli müşterileri bile olmuştu bu sayede. 

Öğleden sonra ilk müşterileri geldi. Beş kişilik bir arkadaş grubuydu. Kitap klübü toplantıları için gelmişlerdi. Onlara siparişlerini ikram ettikten sonra kendi masasına geçti. Biraz kitabını okudu biraz kızların konuştukları kitabı dinledi. Daha önce okumadığı bir kitaptı ama dükkanda vardı. Hemen okunacaklar arasına aldı kafasında. 

Birkaç saat sonra kitap klübü için gelen grup gitti. O arada tek tük birileri de gelmiş. Herkes siparişini verdikten sonra köşesinde kitabıyla ilgileniyordu. Kalkan kişilerin boşlarını alırken kapıdan bir çocuk sesi duyuldu. Küçük bir kız çocuğu annesinin elinden tutmuş dükkana doğru çekiştiriyordu.

"Bak anne, yeşil olanı gördün mü? Ondan istiyorum işte. Babamla dün buradan geçerken gördüm. O da alalım dedi ama o zaman kapı kilitliydi. Şimdi açık. Hadi gidip alalım. Nolur, nolur..."

Küçük kızın camda görüp istediği kitaba bakış attı. Kurbağa Kurpi'nin Okyanus Macerası kitabıydı. Kendisinin çok sevdiği bir kitap olduğu için cama bir posterini asmıştı. Şimdi bu bıcırığın da kitabı beğenip türlü sevimliliklerle annesini ikna etmeye çalıştığını görünce çok mutlu hissetti.

Anne ve küçük kız içeri girdiler. Tüm müşterilerin dikkati de dağılmıştı haliyle ama kimse şikayetçi değildi. Herkes büyük bir şevkle kitabı ne kadar sevdiğini ve istediğini anlatan küçük kızı izliyordu. Onun şimdiden kitap dostu olmasına çok sevinmişlerdi. Hemen kasaya geçip kitabın bir örneğini küçük kıza uzattı. Annesi ödeme yaparken küçük kız koşa koşa boş bir masaya geçti. Annesi daha fazla burada durup kitap okumaya çalışan insanları rahatsız etmek istemiyordu. O yüzden gitmeleri gerektiğini söyledi. Küçük kız itiraz etse de annesini vazgeçirememişti. Vedalaşıp ayrıldılar. Küçük kızı böyle göndermek onu biraz üzmüştü. Keşke küçükler için de bir yerim olsa diye düşündü. Belki haftada bir günü çocuklara ayırabilirdi. Üniversiteden tanıdığı anaokulu öğretmeni bir arkadaşı vardı. En son duyduğunda atama bekliyordu. Belki ona sormalıydı. Hem ona destek olur hem de küçük meleklerin sesiyle haftada bir gün de olsa tazelenirdi. 

Hava kararmaya başlamış ve tüm müşteriler teker teker ayrılmışlardı. Masaları temizleyip, bulaşıkları halletti. Birkaç kişinin dağıttığı kitapları düzenledi. İşlerin bittiğini düşünüp şöyle bir etrafına bakındı. Gözüne takılan bir şey olmayınca da üzerini giyinip dükkanın kapısını kilitledi. Hava akşamları soğumaya başlamıştı. Sonunda yazın bunaltıcı hissi gidiyordu. Yavaş adımlarla geldiği yolu gerisin geri adımlamaya başladı. Yarın yine iş vardı. Eve gidip yemek yer, sonra da belki film izlerdi. Arkadaşı ile görüşmeyi de kafasına not etti.

Geçen sene bambaşka bir şey yaşıyordu. Ama şimdi geleceği düşünüp gülümseyebilirdi. Bunu fark etmek onun olacak şeylere karşı umut dolmasını sağlamıştı. 'Belki kendi kısacık ömrümde en kötüsünü gördüm ama bir şekilde sabrettim ve şimdi her şey düzeldi. Hatta öyle düzeldi ki geleceğe dair heyecan duyarak plan yapmaya bile başladım.' diye geçirdi içinden.

İnsan ömrü böyleydi işte. Şikayet etsek de ondan başka yaşayacak yolumuz yoktu. Bu yüzden ona kızıp, surat asmak yerine olan tüm olumsuzlukları kabullenip güzel yarınlar için gülümsemeliyiz. Tıpkı karşılaştığımız insanlara gülümsediğimizde karşılığında bir gülümseme almamız gibi. Belki hayat da her şeye rağmen ona gülümsediğimizde bize kocaman bir gülümseme verir.

***

Başlarken böyle bir şey çıkacağını hiç bilmiyordum. Hatta daha melankolik yazarım diye planlamıştım ama kelimeler aktı, hikayem kendi yolunu buldu. Çok da güzel oldu bence. Sakin bir yazı olduğunu düşünüyorum. En azından ben şu an çok dingin hissediyorum. Dilerim sizlerin de hayatında hep gülücükler olur. Bu hikayedeki gibi bu süreçten geçmişten bir anı gibi bahsediyor oluruz yakın zamanda. 

Gelecek haftanın kelimeleri benden. Seçtiğim beş kelime şöyle; kedi, film, keman, hasret, ağaç.

Şimdiden herkesin yazısını okumak için sabırsızlanıyorum.

Mutlulukla kalın.

16 Aralık 2020 Çarşamba

Kelime Oyunu - 3

 Merhabalar.

Kelime Oyunu etkinliğinde 3. haftaya gelmiş bulunuyoruz. Geçen hafta Kendi Dünyasında bloğunun seçtiği kelimelerle yazacağız bu sefer. Buraya tıklayıp o yazıya da gidebilirsiniz. Bu haftanın kelimeleri; zambak, hayal, diyar, özgürlük, dilek.

***

Bataklığın kenarından geçerek ilerlemeye devam etti. Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Saatlerdir yoldaydı. Bir elinde sıkıca tuttuğu kesesi, diğer elinde yürüken destek almak için kullandığı uzun çubuk vardı. Artık yorulmuştu yine de içindeki endişe durmasına izin vermiyordu. Çok şeyden vazgeçmişti. Aydınlık Diyarı'ndan, ailesinden, itibarından... Artık duramazdı. Uğruna bu kadar şeyi gözden çıkarmışken tek istediği ona yeniden kavuşmaktı. Hava iyice aydınlandığında tarif ettikleri eski kulübe de görünür olmuştu. Varış noktasını bulmanın verdiği şevkle daha hızlı adımlar atmaya başladı. Nihayet vardığında hiç düşünmeden kapıyı çaldı. Kapı açılmadıkça yumruklarının şiddeti de artıyordu. En sonunda içeriden homurdanmaya benzer bir ses duydu. Asık suratlı bir kadın kapıyı hışımla açıp bağırmaya hazırlandı. Ama daha ilk kelimesini söyleyemeden karşısında gördüğü kişi ile neye uğradığını şaşırdı.

Esmeralda dışlanmış bir periydi. Buraya, onun olduğu bölgeye ise Aydınlık Diyarı'nın sakinleri asla uğramak istemezlerdi. Buranın adını anmak bile kınanacak bir davranışken bu kadar önemli birinin gelip onun kapısını çalması pek de iyi şeyler olmadığının işaretiydi.

Gelen misafiri acele ile içeri aldı. Zamanında çok yakın olduğu o kızın böyle büyüyüp kocaman bir genç kadın olduğunu görmek içini sızlattı. Sahi ne çok zaman geçmişti. Birlikte köşedeki koltuğun üzerine oturdular. Karşısındaki kişinin bitkin halini görünce çiğ damlalarından yaptığı likörü ikram etti. Biraz soluklanıp içtiği likörün enerjisini alan konuk, Esmeralda'ya baktı. Onun kendine geldiğini anlayan Esmeralda hemen konuşmaya başladı.

"Ne işin var burada? Ne kadar yanlış ve tehlikeli olduğunu bilmiyor musun? Hemen kimse görmeden Aydınlık Diyarı'na geri dön. Bir daha da asla buraya ayak basma."

Gelen konuk aceleyle başını iki yana salladı.

"Sence ne yaptığımın farkında değil miyim? Buraya her şeyi göze alarak geldim. Senden beni Cadı'yla buluşturmanı istiyorum. Bana bir tek o yardım edebilir."

Duydukları karşısında neye uğradığını şaşıran Esmeralda'yı iyice korku sarmıştı. 

"Ne demek Cadı'yla buluşmak. Aklını mı kaçırdın? Asla olmaz! Neler olabileceğini bilmiyor musun? Ailen buraya geldiğini öğrenmeden hemen git diyorum sana."

"Onlar zaten biliyor. Tüm Aydınlık Diyarı buraya gelip yapmak istediğim şeyin farkındalar. Ben söyledim çünkü. Artık geri dönüş yok. Bana yardım etmek zorundasın. Ben her şeyi göze aldım."

Esmeralda kulaklarına inanamıyordu. Kendi sürgününden sonra hiçbir şey canını böyle yakamaz sanıyordu ama yanılmıştı. Karşısında duran kişinin söyledikleriyle o dayanılmaz acı yeniden kalbine oturdu. Gözleri yaşlarla doldu. Henüz Aydınlık Diyarı'nda yaşarken ortalıkta koşturup duran o çocuk kendi yaşadığı kaderi yaşayacaktı ha. Annesinin, yakın dostunun, perişan hali geldi gözünün önüne. Kendi giderken arkasından ağlayan o kadın, kızı da böyle bir felakete uğrayınca kim bilir nasıl kahrolmuştu. Kararlı gözlerle kendine bakan kadının ellerini tutarak: "Ah Lilyum, neden? Sana böyle bir şeyi yaptıracak ne olmuş olabilir?"

Lilyum elinde sıkıca tuttuğu keseyi gösterdi ona. Bu bir ruh kesesiydi. Tamir olamayacak kadar parçalanmış ruhlar bu kesenin içinde saklanırdı. Bilinen yollar bu ruhu tamir etmeye yaramamış olacak ki Lilyum her şeyi göze alıp Cadı'dan yardım istemeye gelmişti.

"Onu kurtarmak zorundayım. Aydınlık Diyarı'ndaki tüm kitaplara baktım. Bir yolu yok. Tek çarem Cadı'yla görüşmek. Yıllar önce onun bir ruhu tamir etmeye çalışırken yakalandığını ve buraya gönderildiğini biliyorum. O bana yardım edebilir. Lütfen Esmeralda ne istersen yaparım. Yeter ki bana yardım et. Onsuz hayatımın hiçbir anlamı yok."

Lilyum bu sözlerden sonra hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Hıçkırıkları arasında "Tüm hayallerim, tüm nefesim onunla birlikte gitti sanki. Lütfen, lütfen yardım et." diye mırıldandı.

Artık ikisi de gözyaşlarını tutamıyordu. Biraz zaman geçtikten sonra kendini toparlayan Esmeralda konuşmaya başladı.

"Peki seni ona götürürüm ama bilmeni isterim ki bu çok tehlikeli. O artık eskiden anlatılan o kişi değil. Çok değişmiş. Burası onu kendi karanlığına benzetmiş sanki. Ondan bir şey isteyeceksen bedeline katlanmak zorundasın."

Lilyum hızlıca başını salladı. "Ne isterse yaparım. Yeter ki bana yardım etsin."

Esmeralda, Lilyum'a yiyecek bir şeyler hazırladı. Genç kadın yemek istemese de güce ihtiyacı olacağını söyleyerek zorla yedirdi. Lilyum biraz dinlenip güç kazanınca ikili yola çıktılar. Cadı'nın kaldığı yer uzak değildi ama o kadar engebeli bir yoldaydı ki oraya ulaşana kadar epey yoruldular. Sonunda oraya vardıklarında Cadı kapının önünde oturmuş onları bekliyordu.

"Aman da aman kimler gelmiş. Lilyum, ne kadar da büyümüşsün böyle. Senin buraya gelmek için yola çıktığını söylediklerinde inanamadım. Ama buradasın. İçeri geçin. Senin şu sevimli kesenin içindeki sorunundan konuşalım."

Gelir gelmez böyle bir karşılık buldukları için oldukça şaşıran misafirler Cadı'nın yönlendirmesi ile içeri geçtiler. Cadı eğer bütün bunları önceden bilebilecek kadar güçlendiyse kendisine de yardım edebilirdi. Karşılarında rahatça oturan Cadı bir Lilyum'a bir Esmeralda'ya bakıyordu. Birden elinde ikramlar olan yardımcıları içeri girdiler. Karşılarında gördükleri kişi ile az kalsın her şeyi yere düşüyorlardı. Onların Lilyum'u izlediklerini fark eden Cadı hızlı bir el hareketiyle çekilmelerini buyurdu. Lilyum ise hiçbir şeyin farkında değil gibiydi. Bir an önce Cadı'nın kendine çözüm bulmasını istiyordu. Onun sabırsızlığını fark eden Cadı söze başaldı.

"Anlat bakalım neden o güzelim Aydınlıklar Diyarı'nı bırakıp buraya geldin?" Sesindeki alaycı tınıyı ve Aydınlık Diyarı'nın adını bilerek yanlış söylediğini fark etse de ses çıkarmayıp derdini anlatmaya başladı Lilyum. Elindeki keseyi kast ederek.

"Bunun içinde ne olduğunu biliyorsun. Senden onu tamir etmeme yardım etmeni istiyorum. Aydınlık Diyarı'nda bu derece parçalanan bir ruhu tamir edecek hiçbir şey bulamadım ama sen yıllar önce bunu denemiştin ve başardın. Lütfen bana yardım et."

Yıllar öncesinde yaptığı o aptalca hatadan bahsettiğini duyunca Cadı'nın yüzü asıldı. Hayatındaki tüm güzel şeylerin mahvolmasına neden olmuştu o hata. Ama artık kaybettiği hiçbir şeyi geri alamazdı. O yüzden yürümek zorunda kaldığı bu yolu sahiplenmek dışında yapabileceği bir şey yoktu. 

"Sana yardım ederim. Biraz zor ancak bir yolu var. Ama sen de bilirsin ki böyle değerli iyiliklerin hep bir bedeli vardır."

Lilyum karalılıkla "Ne olursa olsun yaparım." dedi.

Duyduklarıyla keyifli bir kahkaha atan Cadı "Senden özgürlüğünü istesem mesela yine de yapar mısın?"

Lilyum bu cevapla tereddüte düşse de onun gidişiyle kaybettiklerine kıyasla özgürlüğünün hiçbir şey olduğunu düşündü. "Dileğin bu mu? Kabul. Bana yardım et ondan sonra senin kölen olurum."

Cadı onun bu kadar ileri gidebileceğini görünce ciddileşti. Artık olanlar eskisi kadar eğlenceli gelmiyordu ona. Lilyum'a baktığında yıllar önceki kendini gördü sanki. 'Ne kadar da aptal. Zavallı, onu bırakıp giden biri için bu kadar ileriye gitmeyi göze alıyor ha. İleride çok pişman olacaksın. Ama madem bu kadar kararlısın yaşa ve gör o zaman.' 

"Pekala madem bu kadar kararlısın. İçeri geçelim. Keseyi bana ver. Tam da senin ihtiyacın olan bir şey biliyorum."

İçeride sıra sıra raflarda kavanozların içinde çeşitli otlar ve karşımlar vardı. Az ileride siyah demir kazan kaynıyordu. Kuru otlar, saskıda çiçekler, değişik taşlar masanın etrafında öylece yığılmıştı. Cadı zambakların olduğu kavanoza doğru ilerledi. Bir tanesini alıp Lilyum'a yaklaştı. Zambağı hafifçe yakasına iliştirdikten sonra çenesinden tutup onu şöyle bir süzdü. "İşte şimdi adını taşır oldun."

Lilyum yakasındaki zambağa bakarak ne demek istediğini anladı ama ifadesiz bir şekilde Cadı'ya baktı. Esmeralda da Cadı'nın bu yaptığına anlam verememişti. Onların boş bakışlarını gören Cadı gözlerini devirerek kazanın başına geçti. Sonra vazgeçip raftaki eski bir defteri eline aldı. Sayfaları karıştırıken kurumuş bir gülün olduğu sayfada durdu. Gülü eline alıp hafifçe okşadıktan sonra rafa bıraktı. Tekrar kazanın başına geçti. O gün geceye kadar üçü iksir üzerinde uğraştılar. Nihayet işleri bittiğinde yorgunluktan gözleri kapanıyordu. Cadı'nın iksirin olduğunu belirten sesiyle bir anda canlandılar. Cadı küçük bir tüpe koyduğu iksiri Lilyum'a uzattı. Tam alacakken geri çekerek "Dediklerimi unutma! Böyle büyük iyiliklerin bir bedeli vardır. Senin uğruna vazgeçtiğin şeyleri düşünce onlar bunun yanında hiçbir şey. Emin misin? Bunu yapmak seni o eski güzel zamanlara götürmeyecek. Bir ruh tamir olsa bile bir kere hasar aldı mı asla eskisi gibi olmaz. Bunu bilmelisin."

Duydukları Lilyum'un içini sızlatsa da başka çaresi yoktu.

"Biliyorum. Bunu çoktan kabul ettim. Bana sadece ne yapmam gerektiğini söyle."

Cadı geldiklerinden beri ilk defa sevgi dolu bir ifadeyle onlara baktı. "Bu iksiri al. Zambak dağlarına git. Orada kesenin içine dök. Çıkan ilk dolunayda sana söyleyeceğim sihirli sözcükleri söyle. O zaman ruhu gittiği yerden çağırmış olacaksın. Zambaklarla onu kimin çağırdığını anlayacak. Eğer geri dönmeye istekliyse birebir eskisi gibi geri döner ama çoktan vazgeçmişse geri dönse bile o kişi olmaz. Bunu unutma."

Lilyum kafasını sallayarak tüpü eline aldı. Cadı'ya ve Esmeralda'ya teşekkür ettikten sonra zambak dağlarına doğru yola çıktı. Bir elinde sıkıca tutuğu ruh kesesini kalbine doğru yaklaştırarak "Lütfen beni bırakmamış ol. Lütfen bana geri dön." diye mırıldandı.

Lilyum'un arkasından şefkat dolu gözlerle bakan iki kadın içlerinden onun sağ salim bir şekilde geri dönmesini diliyorlardı. Artık Aydınlık Diyarı onlara çok uzaktı ve gidişini izledikleri genç kadının da kendilerinden başka sığınacak yeri kalmamıştı. 

***

Kelimeler belli olunca hafta sonu başına geçip yazayım dedim. Bu etkinlik sayesinde bloğa daha bir bağlandım. Sürekli gelip bakmak istiyorum. Bana bu yönden de çok iyi geldi. Çünkü bloğu boşlayınca çok üzülüyordum.

Umarım yazımı keyifle okursunuz.

Mutlulukla kalın.

9 Aralık 2020 Çarşamba

Kelime Oyunu - 2

Merhabalar.

Kırmızı Ruh ve Sade ve Derin bloglarının başlattığı etkinliğin ikinci haftasındayız. Bu hafta Kırmızı Ruh bloğunun seçtiği beş kelime ile yazıyoruz. Onun yazısını da buraya bırakıyorum.

Bu haftanın kelimeleri; kırmızı, İrlanda, kitap, tutku, viski.

***

Uzaktan gelen davul, zurna sesleri eşliğinde köşedeki bir masada toplanan gençler gürültülü bir şekilde sohbet ediyorlardı. Mahallenin aynı yaş grubundan olan sekiz-on kişi vardı neredeyse. İçlerinden ikisinin ablası ve abisi evleniyordu. Herkes tutkuyla hazırlıklarla ilgilenmişti. Tüm mahalle kendi düğünü gibi mutluydu. Ee ellerinde büyüyen iki gencin mürvetini görüyorlardı, olmasınlar mı? Herkes gecenin ilerleyen saatlerinde iyice eğlencenin dibine vurmuştu. Havada uçuşan peçeteler, çıkarılıp sallanan  kravatlar, bir oyun havası bir mezdeke bir halay müziği arası gidip gelen çalgı ekibi herkes tüm yılın kurtlarını döküyordu. Birden gençlerin olduğu tarafa doğru üç genç koşa koşa geldiler. Birinin ceketinin önü kabarık duruyordu. Koşa koşa geldikten sonra masaya yaklaşıp sakladığı viski şişesini gösterdi kalabalığa. Herkesin yüzü yaramaz bir parıltıyla aydınlandı. Kahkahalarının artıp dikkat çekmemesi için elleriyle ağızlarını kapatarak güldüler. Aileleri görse yandıklarının resmiydi ama kimse o an o riski düşünmüyordu bile. Ucuz plastik bardaklara kıymetli viskiyi doldurup içmeye başladılar. Alışık olmadıkları için durup durup yüzlerini ekşitiyorlardı ama içmeyi de bırakmıyorlardı. Gençlerden biraz daha büyük duranı önündeki çocuğun kafasına şakayla karışık bir tane patlattı.

"Ulan Melih nasıl da salya sümük ağladın ablan kapıdan çıkarken?"

Bu sözle hepsi bir anda kahkahalarla gülmeye başladılar. Melih denen çocuk hem utanç hem sinirle ona vuran çocuğun dizini ittirip;

"Çok konuşma Ömer. Seni de göreceğiz? Nilay büyüyüp sen de onun beline kırmızı kuşağı bağladığında bak bakalım ağlıyor musun ağlamıyor musun?"

Nilay, Ömer'in lise bire giden kız kardeşiydi. Kardeşinin adının geçtiğini duyunca olduğu yerde dikleşip; "O daha küçük, çok var o zamanlara, karıştırma şimdi." dedi. Bir başkasına daha takılabilme imkanı bulan grup hep bir ağızdan Ömer'e sataşıyorlardı şimdi. Ömer de kah kızıp kah onlarla gülüyordu. Artık iyice kendilerini kaybeden grup mayışmaya başlamıştı. Gürültü yapmayı kesmiş kendi kendilerine sohbet ediyorlardı. İçlerinden biri "Hasan amca'yı gördünüz mü? Az önce kendiden geçmiş bir şekilde göbek atıyordu pistte." Herkes gözünün önüne bu görüntüyü getirip gülmeye başladı. "Ya Jale teyzeyi gördünüz mü? Oğlunun İskoçya'dan getirdiği takımı giymiş. Hani şu kareli, kırmızı etekler var ya?" Oradan biri söze atıldı. "Onlar İrlanda'nın kıyafeti oğlum." Önceki hemen onu tersledi. "Ne İrlanda'sı lan cahil. İskoçya'nın o. Hiç belgeselde mi izlemedin?" Birkaç kişi daha onaylayınca yanlış bilen çocuk utanıp sessizleşti. Bir süre daha bu konuyla dalga geçtiler. Artık kalabalık dağılmaya herkes evlerine çekilmeye başlamıştı. Gelin ve damadın aileleri misafirleri yolcu ederken bir yandan da ortalığın toplanmasını organize diyorlardı. Gençlerden de ailesi çağıranlar oldukça vedalaşıp evine dönenler oluyordu. Geriye Ömer, Melih ve birkaç kişi daha kaldı. Ömer oturduğu yerden hafifçe kalkıp masanın köşesine uzandı. Kapkara gökyüzünü izlemeye başladı. Yanında duran Melih de sessizce ona bakıyordu. 

"Uykunun içinde bir rüya, 
Rüyamda bir gece,
Gecede ben...
Bir yere gidiyorum
Delice...
Aklımda sen."

Birden Ömer'in söylediği bu dizelerle gülümsedi. "Hangi kitaptan bu?" diye mırıldandı. Ömer sakince gülümseyerek "Nereden bileyim? Duydum işte öylesine bir yerden." 

İkili bu konuşmadan sonra sessizce durdular. Tüm günün yorgunluğu hissediliyordu. Arkalarında kalan kalabalığın sesi gittikçe uğultu halini almaya başladı. Birden derin bir nefes çekti içine Melih. Yarın uyandığında ablası evde olmayacaktı. Başka bir ailesi olmuştu ya şimdi, sanki başka bir kişiymiş gibi geliyordu ona. Ondaki durgunluğu fark eden Ömer hafifçe kolunu dürttü. 

"Ne oldu da dertlendin bu kadar, sadece takıldım oğlum. Merak etme hele bir o zaman gelsin ben senden çok ağlayacağım. Söz." Onun hala önceki olaya takıldığını sanan Ömer bu sözlerle onu teselli etmek istemişti. Bunu anlayınca kısa bir kahkaha attı Melih. 

"Yok be oğlum, unuttum bile ben onu. Ablamı düşünüyorum. Ne bileyim? Şimdi evlendi gitti. Kim bilir ne zaman göreceğim bir daha?"

"Amma da yaptın ha! Sanki dünyanın öteki ucuna gidiyor. Yine aynı mahallede olacaksınız. Ne bu tasa böyle?"

"Öyle değil işte ya." diye ofladı Melih.
"Artık sadece benim ablam değil. Başka bir ailesi daha oldu. Hem nişanlandıklarından beri ne yapsa 'dur eniştene de sorayım' deyip duruyor. Önceden ben şunu yapma, şuraya gitme desem beni terslerdi. Şimdi enişte bey ne dese gıkı çıkmıyor hanımefendinin."

Onun kaşları çatık söylendiğini gören Ömer kahkahaları arasında "Sen şuna ablamı kıskanıyorum desene aslanım. Başlarda olur öyle. Sonra mum eder ablan o enişteni merak etme." diye takıldı. İçindekileri biraz olsun dökmek iyi gelmişti Melih'e.

Arkalarında kalan kalabalığın neredeyse gittiğini gören iki arkadaş yavaşça yerlerinde doğruldular. Ömer kolunu Melih'in omzuna attı.

"Bu gece bizde kal. Leş gibi viski kokuyor üzerin. Annenler kızmasın." Sakince kafa salladı Melih. İkili yavaş yavaş karanlık sokakta kayboldular.

Birkaç saat önceki kalabalıktan sadece tellere asılı süsler ve uçuşan peçeteler kalmıştı. Mahallede bir çift daha evlenmiş, bir düğün daha olmuş, bir eğlence daha bitmişti.
***
Neden böyle bir konu seçtim bilmiyorum. Çok zorlandım. Farklı bir şey olsun, kelimeleri uydurması zor bir kurgu yazayım diye düşündüm. Mahalle ortamlarını izlemeyi  ve okumayı çok severim. Bu da öyle köklü mahallerde büyümüş gençlerin konuşmalarını anlatan bir şey olsun istedim. Aslında yazdığım çoğu şey benim düşünce yapıma ters olsa da kafamda kurduğum, ülkemizdeki mahalle anlayışı içinde büyüyen çocuklar böyle konuşur gibi geldi. O yüzden hatam varsa şimdiden affola. Umarım okurken keyif almışsınızdır. Ben çok tereddütlü yayınlıyorum. Ama kendimi de biliyorum, bin kere de yazsam asla emin olamayacağım. O yüzden yayınladım gitti. :)
Mutlulukla kalın.

3 Aralık 2020 Perşembe

Kelime Oyunu - 1

 Merhabalar.

Bugün blogları gezerken Deeptone'un paylaştığı bu etkinliği gördüm. Her Çarşamba belli kelimeler verilecek ve biz de onlarla bir şeyler yazacağız. Sizi buraya yönlendireyim de ayrıntıları öğrenin.

Aslında yazmak çok sevdiğim ama iş kurguyu devam ettirmeye gelince cesaretimin olmadığı bir şey. Ama kendimi zorlayıp deneyeceğim. Hadi bakalım. 

Bu haftanın kelimeleri deniz, kayıkçı, simitçi, araba, dede. 

***

Denizin kıyıya vuran dalgalarının sesi eşliğinde sahilin kenarındaki ufak taburede oturuyorum. Artık sonbahar bitmek üzere, hava serin. Üzerimde kalın bir palto var. Ellerim üşümüş, parmak uçlarım kıpkırmızı. Bir an önce sipariş ettiğimiz çaylar gelse de ısınsam diyorum. Beklerken çaylar da geliyor. Hemen ellerimi etrafına sarıyorum. Sıcakla bir sızı geliyor önce derimin üzerine, inatla çekmiyorum ellerimi. Daha da sıkı kavrıyorum. Bekledikçe ısınıyor ellerim. Sıcağın etkisiyle de uyuşuyorlar. Çaydan bir yudum alıyorum. İçimi yakan bir sıcaklık geçiyor. Az ileride martılara simit atan insanlara bakıyorum. Hepsi konuşuyor, gülüşüyor birbiriyle. Bir baba ve küçük kızı arabalarından inip yaklaşıyor bankların oradaki simitçinin yanına. Baba kızına bir simit alıyor. Eliyle simiti kavradığı gibi denize koşuyor küçük kız. Babası telaşla parayı verip kızın kolundan yakalıyor. Hafif tatlı bir azardan sonra onlar da simitleri martılara atmaya başlıyorlar. Kafamı çevirip masaya bakıyorum. Herkes burada, tüm arkadaş grubumuz toplanmış. Ortak konular bitince kendi aralarında konuşmaya başlamışlar. Bir anda çok yorgun hissediyorum. Üşüyorum ben, eve gitmek istiyorum. Sonra bir anda karşımdaki tabureye biri oturuyor.

O.

Nasıl olur? Gelmeyecek demişlerdi. Elim ayağım titremeye başlıyor bir anda. Nereye baksam, ne yapsam? Herkese selam veriyor. Gözleri bana döndüğünde belli belirsiz bir 'merhaba' ve baş sallamayla selamlıyorum onu. Kalbim yerimden çıkacak. Ne yaparsam yapayım onun olduğu tarafa bakamıyorum. Aceleyle kafamı denize çeviriyorum. Hafif açılmış bir kayıkçı, elindeki ağı çözmekle uğraşıyor. Bir o yana bir bu yana sallanan kayıkta dengesini sağlamaya uğraşıyor. Sanki bedenim de o kayık gibi sallanıyor durduğu yerde. Birden oturduğumuzdan beri fark etmediğim radyodan bir ses yükseliyor. 

"Şimdi ise bestesi ve güftesi Hammamizade İsmail Dede Efendiye ait olan, Nesrin Sipahi'nin sesinden Yine Bir Gülnihal adlı eseri dinliyoruz."

Şarkının başlamasıyla herkes dikkat kesiliyor. Bazıları sessizce mırıldanmaya başlıyor. O kadar sesin içinde onun sesini seçiyor kulaklarım. İstemsizce bir gülümseme oluşuyor dudaklarımda. Utanıp kafamı eğiyorum. Müzik mi güzel yoksa onun sesinden belli belirsiz dinlemek mi çözemiyorum. Biraz toparlandığımda ellerimi masanın üzerine bırakıyorum. Tam o an da o da tek elini masaya koyuyor. Ellerimiz arasında yirmi santim yoktur belki de ama bir uçurum gibi geliyor o mesafe bana. Müzik yavaşlarken uzanıp elini tutmak isteyen tarafımı susturup yavaşça kucağıma indiriyorum ellerimi. Ben heyecanım ve utancımla öylece ellerime bakarken onun yandan mahcup bir ifadeyle beni izlediğini görmüyorum.

...

*

Bu önceleri aklımda olan bir sahneydi. Masada duran ellerine bakıp tutmak isteyen ama utanıp geri çekilen bir kadın. Bu haftanın kelimelerini görünce aklıma direk bu an geldi ve yazmak istedim. Umarım beğenirsiniz.

Mutlulukla kalın.


4 Kasım 2020 Çarşamba

Bugünün Ben'inden.

Birazcık iç dökmek istiyorum. O kadar uzun zaman oldu ki bloğa böyle yazılar yazmayalı. Ama burası en başta kendimin dönüp okuduğu bir yer. Eskiden hissettiklerimi yeniden okuyup kendimi rahatlattığım bir yer. O yüzden böyle, benim deyimimle, karalamalar yapmak bana iyi geliyor.

Aslında yıllar öncesinden başlayacağım anlatmaya. Okulun bittiği zamandan. Üniversite seçimlerimin hiçbiri tam bir bilinçle yapılmamıştı. Hep ona ilgim var, bu olabilir, hadi öğretmenlik de yaz diye diye doldurulan bir sayfa oldu. Benim aklımda hep tiyatro ve sinema vardı. Ama bulunduğum çevre, şimdi bile, öyle bir tercih yapmama imkan vermiyordu. Ben dışa dönük bir insan değildim en başta. Öğretmenlerim de bu işte dışa dönük olmak gerektiğini söylerlerdi. Neyse bunlar geçmişte kaldı. Zaten şimdi fark ediyorum da ben sinema ve tiyatro ile ilgili bir iş de yapsam tam olarak kafamdakini yapamayacaktım. Şimdi yapılan işleri takip ediyorum ve benim yapmak istediğimle ülkedeki taban tabana zıt gibi geliyor.

Hal böyle olunca ben de o zamanlar duyduğum bir mühendislik bölümüne gittim. Okul iyi diyorlardı, geleceğin mesleği diyorlardı, hep bir şeyler diyorlardı işte. Desinler de. Sevdiğim bir alandı. Hatta şimdi bile sevdiğim bir alan. Keyifle dört sene okudum. Aileme yakın bir şehirdeydim, babaannemle kalıyordum, kendi evim vardı, yalnızlığımla çok mutluydum. Okul bitince yapılacakları tartıyordum. Aklımda hep yüksek lisans vardı. Bunun için uğraşsam da galiba ben biraz aklı havada biriyim. Yani olacak şeyleri hep toz pembe, hep kusursuz görüyorum. İşin zorluğunu ya da yazılı olmayan kurallarını tam göremiyorum. Neyse o da önemli değil.

Okul bitti. Evde bir sene sınavlara çalıştım. Çünkü İngilizce'ye ısrarla çalışın dense de ben o kadar boşlamıştım. Ama anladım ki o İngilizce istemesen de öğreniliyor. :D Aslında dil öğrenmeyi çok sevsem de İngilizce olan şeylere merakım olmadığı için üzerine de düşmemiştim. Diyorlar ya maruz kalın diye ben hep Asya'ya maruz kaldım lise birden beri. Hep orayı merak ettim, hep onlarla ilgilendim. Neyse evde İngilizce çalıştım. Bazı okullara başvuru yaptım. Biri oldu. Bambaşka bir şehirde, ailemden uzak...

Beni bir telaş aldı. Nasıl yapacağım? Çok masraflı. Tanımadığım kişiler. Bambaşka konular. Ben hiç bir şey bilmiyorum.

İşte bu noktada iyice kaygıya düştüm. Ne doğru düzgün çalışabiliyordum ne de yetersizliğimi yenebiliyordum. O kadar kötü hissettim zamanlardı ki. Kendimi dört yıl bomboş durmuş gibi hissediyordum. Bazı arkadaşlarıma çekinerek bunu söylediğimde onlar da aynı hissettiklerini söylediler. Herkes bir yerlerde koşturuyordu. Herkes bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Ve nedense herkes biraz memnuniyetsizdi. Ben de öyleydim aslında. Her şeye sahip gibiydim ama bunlar beni memnun etmiyordu. Şımarıkça bir tembelliğe düşmüştüm. Hatta hayatımda ilk kez bir sınav öncesi ona çalışmak yerine oturup film izlemiştim. Hala aklıma geldikçe neden yaptığımı sorguluyorum. Ben hiçbir zaman tembel bir öğrenci olmadım ama o dönem tam olarak öyleydim. Sonra ara tatil oldu. Bana yurt çıktı. Biraz biraz hayatım düzene girecek derken koronadan dolayı her şey karıştı. Ama gariptir ki o zaman eve tıkılmış olsam da derslere daha çok çalıştım. Daha çok çabaladım. Hayatım nispeten düzenli gibi hissediyordum. Annemin korona servisinde çalışması yüzünden endişe dolu olsam da okul kısmı daha iyi gidiyordu. Sonra o dönem de bitti. Yaz tatili girdi. Beni ise derin bir depresyon sardı. O kadar kötü hissettiğim bir an hatırlamıyorum. Pelte gibiydim. Gün boyu hiçbir şey yapmıyordum. Bomboş, faydasız bir insan. Hatta bazen kavgacı ve huysuz. Ailemi gerçekten zaman zaman çok zorluyorum. Sanki dünyadaki her şey bitmiş ve uğruna çabalanacak hiçbir şey kalmamış gibi geliyordu. Sanki dünyanın sonu geldi bu yüzden ne yaparsan yap boşuna. Tam olarak öyle hissediyordum işte.

O dönem yeni normal ile yapılan düğünler, gezmeler ve beni saran endişe ile geçen bir dönemdi. Reddetsem de kabul edilmiyordu. Tamam dikkat ediyoruz ama ben yine de istemiyordum. O dönem de şehirler arası korku dolu düğün merasimleri ile geçti. Geldi Ağustos. Ben hala tembel ve işe yaramaz bir pelteyim. Boyun düzleşmemden dolayı boyum ağrıyor. Kenarda duran yapılmamış işleri gördükçe stresten daha çok ağrı yapıyor. Artık kendimden nefret etme noktasını geçtim kendime karşı duygum bile yok gibiydi. Ama düzelmek istiyordum. Yeniden bir şeyler yapmak. Hayallerim var diyordum. Yapmak istediklerim var. Böyle diye diye, her gün kendime hatırlata hatırlata, günlüklere yaza yaza ufak kıpırdanmalar yapmaya başladım. Önce çevremi düzenledim bir ne var ne yok baktım. Sonra ufaktan hobilere döndüm. Sonra bir aylık planlayıcı yaptım. Normalde hiç kullanmam ama böyle buhran dönemlerinde 'bir şeyler yapacağım' mesajını kendime verebilmek için ben de işe yarıyor. Sonra da minik adımlarla çalışmaya başladım. Mesela önceden dizi bile izleyemiyordum. Yarım kalan dizilerimi bitirdim mesela. Yenilerine karşı merak doldum. Sevdiklerimi gelip buraya yazdım. Artık hayatımda bana iyi gelen şeyleri sıkıca kavradığımı hissediyordum.

Sonra okul açıldı. Ders seçimi ile uğraşmaya başladım. Tek ders seçecektim ama onu bulmak o kadar zor oldu ki. Sonra bir şekilde onu da buldum. Danışman hocamla konuştum sonra. Teze yardımcı olacak çalışma konusu belirlemek için. Şunlara şunlara bak dedi. İlk dönem verimli değildim deyince tam farkında değildin olayın dedi. Bir başkasının da bunu görmesi beni hem rahatlattı hem de hocama karşı mahcup oldum. Kesinlikle bir şeyler yapacağım ve başaracağım diye düşündüm.

Azar azar çalışmaya karşı olan isteğim arttı. Şu an hala tam bir istikrar sağlayamasam da bir şekilde başına geçebiliyorum işlerimin. Bugün hocamla tekrar son konuyu belirlemek için konuştuk. Ne yapmam gerektiğini anlattı. Ocağa kadar süre verdi. Öğrenmem gerekenler var. Bunların bana faydasını anlattı uzun uzun. O anlattıkça daha da motive oldum. Artık bir şeyler yapmak istiyorum. Böyle olduğum gibi duramam. Çalışmak ve başarmak istiyorum.

İşte bugün bu hislerimin kaybolmasını da istemedim. Yayınlayacağımı düşündükçe korkuyorum aslında. Ben hiç kendini insanlara açan biri değilim. Şimdi kimler okuyup ne düşünecek diye çekiniyorum. Ama tekrar tökezlersem gelip burayı okumak ve yeniden ilerlemek istiyorum. Umarım kendim için bir şeyler yapabilirim. Dünya yok olmadı ve hayat devam ediyor. Dışarıda her yeni gün bir şeyler oluyor. İyi-kötü bir sürü şey yaşanıyor. Ama köşeye geçip sadece durmak, yapmaya hakkım olan bir şey değil. Bir şeyler yapmalıyım. İyi bir şeyler yapmalıyım. Kendime verdiğim sözler var onları gerçekleştirmeliyim.

Lütfen, pes etme.

Mutlulukla kalın.