Neler Hakkında Yazıyorum?

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Yeşil Benim, Yeşilim.

Sarı ve mavinin arasında sıkışıp kaldım benden yeşilimi çaldılar.
Yeşil beklediğim.
Yeşil özlediğim.
Yeşil kaybettiğim.
Yeşil benim, yeşilim.
Sapsarı buğday başakları ve mavi gökyüzü… Arada uğrayan ve beni uykuya mahkûm eden karartı… Mavinin üzerinde hâkimiyet kuran ve miadı dolunca iri damlaları üzerime yağdıran beyaz… Hayatım bu renkler arasında yeşili arayarak geçiyor.
Nerede gördüm, nasıl sevdim ben de hatırlamıyorum. Ama yokluğu çok hissedilir.
Var olduğum evrende tek başınayım. Tüm gün rüzgâra karşı tarlaların arasında dolaşırım ve gece olunca birden uyuyuveririm. Şu ana kadar hiç kendi isteğimle uykuya daldığımı hatırlamıyorum. Her defasında yeşilimin karanlığın içinden çıkacağını düşür ve uyanık kalmak isterim ama siyah bir büyücü gibi göz kapaklarıma hükmeder.
Bu yüzden en çok geceyi merak ederim. Bir gün geceyi görüp oradan yeşilime kavuşacağımı hayal ederim.
Gece oyuncudur.
Bazen korkutur bazense beni içine çekip vaat ettiklerini verecekmiş gibi parlar tepemde. Ama hep kendi bildiğini yapar. Galiba orada öyle durup beni kandırmaktır niyeti.
Kanarım.
Her yeni gün kanarım ona. Ve de hiç pişman olmam. Yoksa nasıl yaşanırdı, öyle değil mi?
Bekleyerek, bilmeyerek, bir de bu kadar çok severken varlığından bile bihaber.
Bazen ellerimi uzatırım gökyüzüne. Çekip çıkaracakmış gibi olurum. Tekrar tekrar havayı kucaklarım parmaklarımla. Olmaz yine, oldurmaz bu nefes ben de yeşili. Ben yine beklerim, özlerim.
Ölür giderim ama yine de kavuşamam.
Bir de ne biliyor musun? Ben burada öyle onu sayıklarım, onunsa varlığı bir başkasına ilaçtır o an.
Yanarım. İçin için kanarım ama elim kolum bağlıdır. Ben her yeni güne bekleyerek başlarım, özleyerek, kaybederek… Pes etmeden, pes edemeden, gözlerimi kapatıp hayal edebileceğim bir anı düşleyerek.
Yeşil benim, yeşilim.

22 Temmuz 2016 Cuma

Ah Hayat!

Ah hayat...
Böyle iç çektiren ömürler nasıl geçer.
Acaba herkes benim gibi biraz kaçmak, kendiyle kalmak, çoğu zamanda yok olmak istiyor mudur?
Hiç bitmeyen baş ağrılarımı dindirmek için gözlerimi kapatıp huzuru çağırabilir miyim?
Kendimi bildim bileli bir sızıdır bu içimde. Benliğini aramak ve bulamamak mı bunun en büyük nedeni? Her yaptığım şeyin, başıma gelen her olayın nedenini mi sorgulamak yoksa?
Lisede felsefe hocamız "Mezun olduğunuzda hayatı biraz olsun sorgulayan bireyler olursanız amacıma ulaşmışım demektir." derdi hep. Şimdi bitmek bilmeyen hesaplaşmalar beni tüketiyormuş gibi geliyor.
Ben çoğu zaman yaşıma veriyorum bunu. Kendimi tanıma zamanım, diyorum. Keşfetme zamanım.
Kimim, ne yapıyorum, neden yapıyorum, bu dünya üzerinde yaşama amacım ne?
Böyle cevabı bile sorusu gibi karmaşık olan şeyleri aşmak zor gerçekten de.
Ya kabulleneceksiniz; "Başıma ne gelirse onu yaşıyorum."
Ya da birazcık 'kendi isteklerimle yaşamalıyım' deyip yılmadan mücadele edeceksiniz.
Her ikisi de zordur.
Birinde istemediğiniz şeyler çıkar karşınıza ve biz burada tahammül etmeyi öğreniriz. Diğerinde ise köstek çıkanınız çok olur. Bu hayat böyle maalesef. Kuyudan çıkmak için çırpınanı ayak bileğinden aşağı çekiyor. Ve bu öyle yakınınızdan geliyor ki silkenemiyorsunuz bile.
Sanırım asıl sorun değişimin kontrol edilememesi.
Bunu bu aralar daha iyi anladım.
Sen, diğer insanları yok saysan da onların senin üzerinde yaptığı planları yok sayamıyorsun.
Kaç yaşına gelirsen gel çevrendekilerin sözlerini önemsemek zorunda bırakılıyorsun. Artık belli bir yaşa gelmiş büyüklerinse senin hiçbir şey bilmeyen bir kişi olduğu yargısına öyle bir inanmış oluyor ki kendi mutluluğunu kurarken yaptıklarına en büyük ahmaklıkmış gibi tepki veriyorlar.
Kalabalıklar güzeldir, evet. Ama içinde huzur bulmadığında sadece gürültücü insan yığınından başka bir şey olmuyorlar.
Ben çevremde huzuru getiren kişiler istiyorum. İstersen bir elin parmak sayısını geçmesin ama mutlu olalım. Kendimiz olalım. Takmak zorunda bırakıldığımız o kadar maske var ki bu dünyada. En azında bir yerlerde yalın bir şekilde kendimiz olmalıyız.
Aksi takdirde nefes almak bana zulüm gibi gelmeye başlayacak.
Ve biliyorum yine yaşadıklarımın sonucunda en çok ben üzüleceğim.

4 Temmuz 2016 Pazartesi

BENZERLİKLER

Bazen bizimle benzer hayatlar yaşayan insanlarla konuştuğumuzda deriz ki; "Ahh, evet. Evet! Ben de aynen böyle hissediyorum."
Ben bugün sadece bunu düşündüm.
"Evet, ben de böyleyim."
Hayatlarımız benzer, düşüncelerimiz benzer, özlemlerimiz benzer...
Ve muhtemelen geleceğimizde benzerdir.
Sonraysa "Şu an benim gibi düşünen ne çok kişi geçmiştir bu dünyadan." deriz belki.
Ve ne tesadüf yine pek çok şey benzerdir.
Bugün beni bu benzerlikler hem mutlu etti hem de korkuttu.
İçinizde her yaptığınız hareketin hesabını verdiğiniz biri varsa kendi karakteriniz ve yaptıklarınız da hep kurcalar aklınızı.
Benim var. Acımasız ama bir o kadar da şefkatli biri.
Şimdiyse onun düşündükleri sanki büyüdüğümde veya yaşlandığımda o hep eleştirdiğim 'diğerlerine' benzeyecekmişim gibi. "Sonum belli, ben sadece yaşamam gereken zamanları geçiştiriyorum."
İnsan çabuk değişir, düşünceler su balonu gibi yok olup yeniden doğar. Ve bu bence korkutucu bir mucizedir.
Olması gerekli ve faydalı ama kontrol edilemezse kişiyi kendine yabancılaştıran bir mucize.
Bugün ben fikirlerimin, hatta umursamazlığımın bile çok fazla aynı olduğu biriyle sohbet ettim. Çok sevdiğim biriyle. Aynı benmiş dediğim biriyle. Geçmiştekilere baktığımda da 'bizden' pek çok kişi gördüm. Zamanında aynı fikirler ve hatta aynı umursamazlıkla yaşayıp sonrasında korkunç bir mucizeye tanık olan kişiler.
Zamanında onlarda bunu düşünmüşler midir?
Belki de şu an burada bunları yazmak en akıllıca olanı. Bir şeyleri değişimden kurtarabilmek. Geriye döndüğümde "İşte vardı. Bir zamanlar ben böyleydim." diyebileceğim bir yer var edebilmek.
Ne kadar korksam da "Kişi sadece kendi istediğinde değişebilir." cümlesinden sonra biraz olsun umut dolmak amacıyla.
Kimsenin düşene dönüp bakmadığı bu dünyada kendi yara bandım olmak umuduyla...
Ama gerçekten hayat "Nerede hata yaptım?" demek için çok mu kısa?
Uzun olması dileğiyle...



*Biraz müzik belki de her şeyi unutturur. *

30 Haziran 2016 Perşembe

SORUYORUM KENDİME...

Sürüklendiğimiz yerlere bile fazlayız.
Ne kendimiz memnunuz ne de etrafımızdakiler.
Hep bir şeyler yanlış. Her an tutarsız.
Biz ne bir şarkıda varız, ne de bir resimde huzurlu...
Söylesene nedir ki bu olumsuzculuk. Her şeye hayır, herkes kötü?
Nereye kadar gider?
Benim dağıttıklarım bana geri dönecekse bu hayatta, neden inadına siyahım onlara?
Asil değilim, karanlığım.
Uyumlu değilim, huzursuzum.
Tek tük şeyler de bile nasıl anlamlar varken ben neden saydamım?
Görünmeliyim, gök kuşağını taşımalıyım kanatlarımda.
Gülümsemeliyim.
Ve sormalıyım kendime, nereye kadar peşimde sürüklediğim mutsuzluklara batmaktan kaçacağım?
Bu boşluk beni ne zaman yutar?
Yüksek yerlerden manzaralara bakmak güzeldir. Ama o manzarayı sahiplenip kimse görmesin derken birden yerin dibine çakılmak da bir o kadar yakındır bu hayatta.
Ve şu an bazıları çakılmış. Çırpınamıyor bile. Sesi bile çıkmıyor belki de. 
Tek bir şansı vardı. O da, gözünü köreltip sahiplendiği uçurumun tepesindeki son anında kala kaldı işte. 
Şimdi ben soruyorum kendime, acaba hala bir şansım var mı?
Çünkü bu uçurumun dibi çok soğuk görünüyor.

17 Haziran 2016 Cuma

KURTARICIM; BİR ROMAN

İnsan hayatını kurtaranı unutamaz.
En dipteyken, bitti derken, yalnız kalmışken ve hayatına dair önem verdiğin şeyler bile senden uzaklaşmışken seni bulunduğun durumdan kısa zaman bile olsa koparan şeyler asla unutulmaz.
Yeri ayrıdır, sevgisi ayrıdır, öncekinden bile değerlidir şimdi.
Benim için yeniden nefes almamı sağlayan mucize kitaplardı.
Yalnızdım, değişimi yadırgamıştım, artık mutluluk benim için zorunlu bir rol haline gelmişti. Ama sonra zaten hep elimin altında, kalbimin bir köşesinde olan şey baş köşeye yerleşti. Beni aldı götürdü başka hayatlarda kendimi buldurdu.
O hayatlarda sevdim, nefret ettim, zorluk çektim, sefa sürdüm, aşkı buldum, ihaneti yaşadım, terk ettim, terk edildim, öldüm, öldürdüm, pişman oldum, gurur duydum. Ama hepsinden önemlisi dertlerimi unuttum ve gerçek hayata geri döndüğümde artık zorluklara karşı daha güçlü oldum. Sanki birisi kollarımla başımın üstünde taşıdığım kayayı kucaklamış gibi.
Hafifledim.
Ve ben yine mutlu oldum. Mutluluğu buldum.
Bu yüzden kitaplara aşığım. Önceden de sevdiğim birinin farklı bir yönünü görüp ona deli gibi tutulmak gibi. Sadece satırlardaki kelimelerin anlamı değil kitabın somut varlığı bile beni heyecanlandırmaya yetti. Bağrıma basıp öpüp kokladığımda huzuru yeniden tattım. Her bir hayalimde artık o da vardı.
Birkaç sene önce ben yitmiştim ve dünyadaki en anlamlı şey bana yolumu buldurdu. Ellerimi tuttu ve ben şimdi ölsem bırakmam.
Bırakamam.
Hayatınızda böylesine değerli varlıklar edinebilmeniz dileğiyle.
 
                                           

1 Haziran 2016 Çarşamba

21. YAŞIN İLK GÜNÜNDEN

Büyüyorum.
Dün bir yaş daha büyüdüm. 
Şu an yeni yaşımda bir günü yaşadım.
Peki gelecekte mutlu muyum?
Bir saniye sonrası belki...
İki gün sonra sınavlar bitecek ona da tamam...
Yakın gelecekte mutlu olma ihtimalim var.
Peki ya o saplantılı bir şekilde merak ettiğim 'seneler sonrası'?
Şu an sahip olmak istediğim meziyetleri elde etmiş, 'kendi ayakları üzerinde duran kadın' imajını hayata taşıyan ben mutlu muyum?
Şu an istediği gibi her şeyi geride bırakıp sadece kendi doğrularıyla yaşamak isteyen kız hala orada bir yerlerde mi?
Tüm insanları susturmak isteyen, kafasına estiğinde ülke bile değiştirebilecek kadar özgür olmak isteyen kişi şimdi nereye zincirlendi.
Gerçekten attığı her adım sadece kendi istediği için mi?
Hazırladığı kitap listesi ne oldu?
Çizgi romanlar... Tatil planları... Öğrenilecek diller... Çalınacak enstrümanlar... Gidilecek kurslar...
Peki bunlar o kız için hatırlanan güzel tecrübeler mi yoksa özlem duyulan, kursakta kalan hevesler mi?
Bir sonraki günün bile garantisi olmayan bir hayatı yaşıyorum ama bu hayatta olmak istediğim o kadar çok kişi var ki. Ben geleceğe saplantılı bir insanım. Benim için her şey ilerleyen zamanın getireceklerinden ibaret. Bir şarkıda sonraki notayı, bir kitapta sonraki paragrafın ilk cümlesini, bir saniye sonrasının hissettireceklerini düşünürüm hep.
Ve ben şimdi soruyorum; gelecek gerçekten bana hayal ettiğim şeyleri getirecek mi?
Sonrası ne olursa olsun mutlu olmak temennisiyle.
Geri dönüp baktığımda 'Olsun, bu kadarı da yeter' diyebilecek kadar hayalimi gerçekleştirmiş olmak dileğiyle...

8 Şubat 2016 Pazartesi

ELEANOR

Hayatımızın belli dönemlerinde bizi dağıtan şeyler olur. Etkisi geçince unutacağımız ama o an için aklımızdan bir an bile çıkmayan şeyler.
Artık çizgi roman gördüğümde birkaç saniye dalıp gideceğim. Ya da 80'lerin şarkılarında hafif bir gülümseme kaplayacak yüzümü. İlk aşk deyince o 'bitiverecek' duygusunu yaşayacağım. Ya da 'sadece duralım'.
Sadece duralım.
Gelip geçiverecek bir şey olduğunun farkında ama o anlık melankoliden kurtulmak istemeyeceğim kadar güzel bir his bu: Bir şeyler bitmiş ve ben bana bıraktıklarına tutunmaya çalışıyorum.
Daha sonra nankör zihnimiz bunu da unutacak. Tıpkı diğer şu an hatırlayamadıklarımız gibi.
Ve ben onun üzüntüsünü de şimdi yaşamak zorundayım.
Bazen keşke her şey hislerden ibaret olsaydı diyorum. Şeffaf bir balon içinde dışarıdan yansıyan ışık hislerimizi resmetse o ışık kırılmasındaki renklerle. Biz ama bir yandan da diğer herkes. Bizi oluşturan diğer her şey.
Bazen keşke her şey içimizde soyutlanmaktan çıkıp karşımıza dikilse diyorum. İçimde bu kadar güzel hissederken onları değişimden saklayabilsem. Burada imkansız kelimesiyle tanışıyoruz sanırım.
Yine de uçuk kaçık hayallerimizin imkansızla tanımlanması gerçekten yapabileceklerimizin yanına yakışmasından iyidir.
Yine de bazen keşke...