İnsan.
Bu kelimenin tanımı günümüzde tam
olarak şöyledir: Atan bir kalbe sahip olan ve rutin işler içinde durmadan
koşuşturan kişiler.
Her gün hepimiz yetişeceği bir
yer var. Yapmamız gereken işler. Üstlendiğimiz veya üstlenmek zorunda
bırakıldığımız sorumluluklar. Bu yoğun süreç içinde adeta zamanla yarışırız her
birimiz. Kalabalıklar içinde kendimizi de sığdırırız ve kimsenin birbirinin
farkında olmadığı o kalabalıklarla zaman geçiririz. Alışılmış görüntülerde
kimse tepki gösterip, göz ucuyla bile olsa etrafı süzmez.
Ama…
Ne zaman sözlükleşmiş
beyinlerimizde ‘olağandışı’ bir şeye tanık olsak alıcılarımız hemen o yöne
çevrilir. Gözlerimiz bazen öyle utanmaz olur ki karşımızdakinin kalbinde
açtığımız yarayı hiç hesaba katmadan yansıtır içimizdekileri. Empati adı
altında saf acıma olan duygular meydana çıkar. Yardım veya anlayış sadece beynimizin
içindeki sözlükte kalır ve biz hala kendimize insan deriz.
Duyguları ölmüş, kendinin bile
farkında olmadığı bir sürece kendini bırakmış, sorsan hep mutsuz hep şikâyet
içinde olan, insan.
Böyle anlarda aklımızın bir
köşesine geleceğin belirsizliği ilişmelidir. Gelecek bu ne getireceği belli
olmaz. Bir önceki anından bambaşka bir hayata sürüklenmen sadece saniyeler
alabilir bazen.
Bu yüzden çevremizde gördüğümüz
kayıpları olan kişileri neden böylesine yadırgarız?
Karşımızdakine davranışımız belki
de gelecekteki kendimize açılan bir yoldur. Bir gülüşümüz belki de umutsuz
zihinlerde açan umut tomurcuklarıdır. Ve işin en iyi yanı iyilik yapmak çok
masrafsızdır. Üstüne üstlük hayat size bahşiş bile verebilir.
Nasıl mı?
Bir gün gerçekten birini mutlu
etmeye çabalayın ve karşınızdakinin mutluluğuyla birlikte içinize doluşan o
duyguya dikkat kesilin. Evet, bahşişi kaptınız. İyi günlerde harcayınız.