Bu hayatın acıyan yüzü...
Kanayan her bir insanı görür gibiyim.
Sanki ruhum kalbimle harmanlanmış bir terazi.
Her acı, vicdan, pişmanlıklar da ağırlıkların bedeli yerine konmuş.
Kime zulüm gelirse benim içimde karşılık buluyor cezası. Kimde dert varsa ben kesiyorum biletini.
Benim gözlerim açılmış ya da onların derileri şeffaflaşmış. İrislerinden, göz bebeklerinden geçmişin yaralarını izliyorum. Hangi birine üzüleyim derken unutuyorum üzülmeyi.
Nasıl unuttum derken de umursamaz yanım baş gösteriyor.
'Zaten herkes yaralı.
Zaten kötülük hep vardı.
Zaten kime yeteceğim ki?'
Kendime mi?
Kendimde bile durduramadığım sakıncalarla elimi mi uzatsam dinecek yoksa sadece tebessüm mü kurtarır çığlıkları?
Kaç kişinin gülümsemesi sol yanından merceklere sıçrıyor ki? Kaç kişi içi pır pır ederken saf bir merhametle ve insanlıkla karşısındakinin omzuna dokunup her şeyi geçirmek istiyor?
Yani şimdi ben istemişim,
Yani şimdi ben kendimi bildim bileli istemişim ne fark eder.
İmkansız biliyorum.
Mümkünatı yok görüyorum.
Uzattığım şefkatli, sıcak avucum zaten bir omuz bulamaz. Bulsa da sahibinin soğuk bir bakışı ve elinin tersi onu kapkara zindanlara duygudan yoksun bir reddedilişle hapseder.
O zaman ortada ne ben kalırım ne de terazimin ayarı doğru durur.
Yağmurlar oyalar belki bizi bir müddet ama nihayet görünenin de önüne geçen hakikat bu sefer gölge olur, karartır gözümüzü.
Tepemize dam olup rahmetin savunuculuğunu yok eder.
Vakit bundan sonra sadece yokluğu getirir. Ne var ki bu sefer kimsenin terazisi yoktur.
Artık dünya da ne yaşanırsa yaşansın herkes siyah film camlar ardından izler bunları. Bir şey terstir ama herkes birbirini görebilecekken kendi karanlıklarında, kendi yansımalarıyla yetinme adı altında, kaçışlarına mazeret sunarak, korkaklıklarını 'özgürlüğe saygı' diye kapatarak geçinirler.
İşte bu devirde kahraman yoktur. Adaylarda pelerinlerini pervanelere kaptırırlar.