Merhabalar.
Henüz bitirdiğim ve bana ısrarla ‘başkaların eleştirilerini düşünmeden kendin için yazmalısın’ diyen bir kitapla karşınızdayım.
Kendine Ait Bir Oda – Virginia Woolf
Konusu itibariyle kitap, yazarın Cambridge Üniversitesi’nde okuyan öğrencilere yaptığı konuşmalardan oluşan bir denemedir. Feminist düşüncenin bilinen isimlerinden biri de Virginia Woolf olduğu için ana fikrin kadın erkek eşitliğine dayandığını söyleyebiliriz. Woolf’a göre bir kadının bulunduğu dönemde başarılı bir yazar olması için yılda beş yüz bin paunda ve kendine ait, kapısında kilidi olan bir odaya ihtiyacı vardır.
Yazarın, en başında kendi kafasında uydurduğu Mary Benton adlı yazarın halasından kalan belli bir geliri vardır ve üniversitede okumaktadır. Biz de onunla beraber o dönemde bir kadının ne tür eleştiri ve kısıtlamalarla karşılaştığını görmekteyiz.
Kitap, tam anlamıyla o dönemin hızlı bir özeti diyebiliriz. Pek çok yazar, eleştirmen, kitap hatta devlet adamlarının bile görüşlerine yer veriliyor kitapta. Biz Woolf’un konuşmasını yapmadan önce konuşma metnini hazırlarken araştırma yaptığı o zaman dilimi dinliyoruz onun ağzından en sonunda da olayları kısaca özetleyip bize kulağımıza küpe niyetinde altın öğütlerini de veriyor.
“Bilinçli bir ön yargıyla yazılmış olan her şey ölmeye mahkumdur.”
“Hayatta insanın kendisi olmasından daha önemli başka bir şey yoktur.”
Bunlar benim kendim için ‘unutmamalıyım’ dediğim cümleler.
Öyle ki o dönem kadınlar ne çimenlerde yürüyebiliyor ne de bir referansı olmadan kütüphanede araştırma yapabiliyor. Her eyleminizde sizi engelleyen bir gardiyan karşınıza dikiliyor. Woolf da konuşmasını yaptığı öğrencilerine geleceği daha adaletli bir yer haline getirmek için yazmalısınız diyor.
Benim en çok sevdiğim anlatılardan biri Shakespeare’in kız kardeşinin hikayesi ve kocası öldükten yazı yazarak para kazanan kadına verilen kısmen yumuşatılmış tepkilerdi. Ama bunun dışında anonim şekilde ya da erkek adıyla kitap yazan kadınlardan tutun, şair olma yolunda olan kadın yazarların gelişimine kadar pek çok konuya değinmiş Woolf.
Katıldığım bir başka görüş ise Shakespeare’in döneminde onun yazdığı eserleri yazacak bir kadın şair bulunamayacak olması. Kitapta da belirtildiği üzere o kalitede, asırlarca kalacak ve evrensel nitelik kazanacak eserlerin yazılması yeteneğin yanında yüklü bir de donanım gerektiriyor. Ancak kurallar gereği eğitilmeyen ve yaşı gelince iyi bir çeyizle evlendirilmek istenen kadınların böyle bir yeteneği olsa dahi eksik kalan donanım yüzünden bu başarıyı yakalayamazlardı. Ve hatta birkaç şey karalasalar bile kendilerinden başka kim ciddiye alıp okurdu ki.
Kısacası o dönemin kadınların yazmasına karşı olan tutumlarını okumak isterseniz gönül rahatlığıyla elinize alabileceğiniz bir kitap. Bitirdiğiniz de daha öncesinde sıfır birikime sahipseniz bile yazmanın biz kadınların için ne önem ifade ettiğini ve nereden nereye geldiğini iyi bir şekilde gözlemleyebilirsiniz. Ayrıca içinde benim de çok çok sevdiğim ve bayılarak okuduğum Jane Austen hakkında da bilgiler yer almakta.
Ben kitabın Aylak Adam yayınlarının yeni düzenlenen halini okudum. Akıcı ve güzel bir çeviriydi. Derleme olarak da bir tane dışında hiçbir hataya rastlamadım. Eğer tercihleriniz arasındaysa tavsiye edebilirim.
Belki rahatsız olacaklar olabilir ama yukarı da bahsettiğim ilk düşünceden dolayı ben de bu konu hakkında kendi naçizane fikirlerimi karalamak istiyorum birazcık. Umarım kimseyi kırmam, incitmem ve kendim hakkında kötü bir izlenim yaratmam.
Ben yirmi yaşındayım ve her yazmayı seven kişinin dediği gibi kendimi bildim bileli yazıyorum. Ne zaman ki harflerle cümle kurmayı öğrendim benim için yazma serüveni de başladı. Hala kargacık burgacık yazılarla yazdığım şiirlerimi saklarım. -Şu an nerede olduklarını hatırlamasam da evin içinde olduklarından eminim. J- Ancak biraz asosyal biri olduğum için yazdıklarımı başkalarına okutmak çok zor bir iş gibi geliyor bana. Bu bloğu da bunu aşmak için oluşturdum bir nevi. Ama asıl amacı beni mutlu etmek. Feminist biri olduğumu iddia etmem ise lise bir gibiydi. O zamanlar bu kadar çok sesi çıkmıyordu ama kimsenin ya da ben daha küçük olduğumdan fark etmiyordum emin değilim. Ama ben yeni dönem insanının hep popüler olan şeylere yönelip bir süre onunla oyalanıp sonra sıkılıp bıraktığını çok iyi gözlemledim. Bu dönem feministlerinin bir kısmı da öyle maalesef. Günümüzde bir anda türeyen pek çok feminist var evet. Ancak üzülerek söylüyorum bazıları sadece modaya nasıl ayak uyduruluyorsa bu düşünceyi de öyle ağızlarına dolayan insanlar. Bu düşüncenin temelinin sadece erkeklerden nefret etmek olarak algılayan ve hatta ileride eğer çocuğu erkekse onu dünyaya getirmeyen kadınların feminist görüşe sahip olacağını söyleyen insanlar. Ama fark etmedikleri bir şey var. Kendi haklarını kazanmaya çalışmak yerine asıl amaçları kendilerine yapılan zulümde mağdur taraf değil de ona bunu yapanlara aynı zulmü tattıracak zalim olmayı istiyorlar. Bunlar sadece -bana göre- popüler söylemin büyüsüne kapılan cahil kesim tabi ki de. Virginia Woolf’un konuşmasına son verirken söylediği sözler çok önemli. Orada öğrencilerine -kadınlara- günlük hayatlarını yaşarken aynı zaman da kendi varlıklarını ilan etmelerini söylüyor. Mesela çocuk doğurun diyor ama on, on iki tane değil. Hayatı keşfedin diyor, tercih ederseniz bu keşiflerinizi yazabilirsiniz. Yazmayabilirsiniz de, seçim sizin. Yani dünya üzerinde düşüncelerin, görüşlerin belli bir çerçeveye sığdırılması fikri asıl yanlış olan. Adı üstünde düşünce yani ucu bucağı yok. Doğrusu olduğu kadar yanlışı da çok. Birinde bir şey doğruyken diğerin de başka bir şey doğru. Kısacası bir şeyi savunayım derken bunu kendimize göre değiştirebiliriz. İlla ki en uçlarda kalıp her gün daha da harlanan bir ateşe sahip olmamıza gerek yok. Gerçekten inanarak, samimi bir şekilde, kalbimizden geçirdiğimiz sözleri dillendirsek yeter.
Mutlulukla kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder