Düzinelerce çift var bu dünyada.
Milyonlarca hayat...
Paylaşılan asırlık aşklar var.
İçlerinden birinde kadının gözü sadece adamı gördüğü için mi yoksa adamın kalbi kadının adına tapındığı için midir bilinmez dünyada sadece ikisi varmış gibi gelir onlar yan yana gelince. Kimine zaman durur, kimineyse etrafındaki her şey olağan dışı bir hızda dönmeye başlar.
Bu duygu yoğunluğunu tutturanlar mı mutlu olur? Ya da insan sevince sadece bunu mu hisseder? Bir diğer deyişle kadın ve erkek arasındaki bağ sadece aşk mıdır?
Birlikte gülmek için, birlikte yaşayabilmek için, birlikte bir gelecek inşa etmek için sadece kalp çarpıntısı mı gerekir? Minnettarlık, zorunluluk, mantık... Bunların hükmü bir yere kadar ve sonları belli midir?
Her insan mutlu olmak ister. Bu basit olayı da pek çoğu başarır. Bir su birikintisindeki yansımasından bile mutlu olabilir insan ya da göklerde süzülen kuşun kanat çırpışında 'işte huzur' diyebilir. Hayatın koşuşturmasından vakit bulup kendini dinleyebilir. Böylelikle de mutluluk ona gelir. Ama neden her şey tek başına böyle güzel ve kontrollü olabilecekken bir başkasını ister? Evet aşk güzeldir. Özellikle de romantik hayalleri olan ve bunları gerçekleştirmek isteyen her kişi için belki de dünyanın en güzel şeyidir. Yine de kontrolsüzlük bizi çıldırtır. Beni çıldırtır.
Bir başkasının düşüncesi, bir başkasının hissettikleri, bir başkasının hayalleri... Göz önüne almamız gerekenler çoğalır ve biz diğerini öyle çok hayatımıza dahil ederiz ki bir bakmışız kendi düşüncelerimiz, kendi hissettiklerimiz, kendi hayallerimiz bir köşeye itilmiş. Peki o zaman o nadide aşkın hükmü kalır mı? Biz biz olmaktan bu kadar uzaklaşmışken hangi insan buna sonuna kadar değer ve bizde tüm kaybettiklerimize rağmen hüküm sürer? İşte bu bizi sonumuza yaklaştıran, belki de, en önemli sorudur.
Geleceği dört gözle beklerken geçmişi özleyen bana... Yaşadığımı hissetmek için kendime öncesinden birkaç anı... En güzel hatıralar şu an içimden geçen duygulardır.
Neler Hakkında Yazıyorum?
▼
28 Ağustos 2015 Cuma
21 Ağustos 2015 Cuma
KAHRAMANLAR
Bu hayatın acıyan yüzü...
Kanayan her bir insanı görür gibiyim.
Sanki ruhum kalbimle harmanlanmış bir terazi.
Her acı, vicdan, pişmanlıklar da ağırlıkların bedeli yerine konmuş.
Kime zulüm gelirse benim içimde karşılık buluyor cezası. Kimde dert varsa ben kesiyorum biletini.
Benim gözlerim açılmış ya da onların derileri şeffaflaşmış. İrislerinden, göz bebeklerinden geçmişin yaralarını izliyorum. Hangi birine üzüleyim derken unutuyorum üzülmeyi.
Nasıl unuttum derken de umursamaz yanım baş gösteriyor.
'Zaten herkes yaralı.
Zaten kötülük hep vardı.
Zaten kime yeteceğim ki?'
Kendime mi?
Kendimde bile durduramadığım sakıncalarla elimi mi uzatsam dinecek yoksa sadece tebessüm mü kurtarır çığlıkları?
Kaç kişinin gülümsemesi sol yanından merceklere sıçrıyor ki? Kaç kişi içi pır pır ederken saf bir merhametle ve insanlıkla karşısındakinin omzuna dokunup her şeyi geçirmek istiyor?
Yani şimdi ben istemişim,
Yani şimdi ben kendimi bildim bileli istemişim ne fark eder.
İmkansız biliyorum.
Mümkünatı yok görüyorum.
Uzattığım şefkatli, sıcak avucum zaten bir omuz bulamaz. Bulsa da sahibinin soğuk bir bakışı ve elinin tersi onu kapkara zindanlara duygudan yoksun bir reddedilişle hapseder.
O zaman ortada ne ben kalırım ne de terazimin ayarı doğru durur.
Yağmurlar oyalar belki bizi bir müddet ama nihayet görünenin de önüne geçen hakikat bu sefer gölge olur, karartır gözümüzü.
Tepemize dam olup rahmetin savunuculuğunu yok eder.
Vakit bundan sonra sadece yokluğu getirir. Ne var ki bu sefer kimsenin terazisi yoktur.
Artık dünya da ne yaşanırsa yaşansın herkes siyah film camlar ardından izler bunları. Bir şey terstir ama herkes birbirini görebilecekken kendi karanlıklarında, kendi yansımalarıyla yetinme adı altında, kaçışlarına mazeret sunarak, korkaklıklarını 'özgürlüğe saygı' diye kapatarak geçinirler.
İşte bu devirde kahraman yoktur. Adaylarda pelerinlerini pervanelere kaptırırlar.
Kanayan her bir insanı görür gibiyim.
Sanki ruhum kalbimle harmanlanmış bir terazi.
Her acı, vicdan, pişmanlıklar da ağırlıkların bedeli yerine konmuş.
Kime zulüm gelirse benim içimde karşılık buluyor cezası. Kimde dert varsa ben kesiyorum biletini.
Benim gözlerim açılmış ya da onların derileri şeffaflaşmış. İrislerinden, göz bebeklerinden geçmişin yaralarını izliyorum. Hangi birine üzüleyim derken unutuyorum üzülmeyi.
Nasıl unuttum derken de umursamaz yanım baş gösteriyor.
'Zaten herkes yaralı.
Zaten kötülük hep vardı.
Zaten kime yeteceğim ki?'
Kendime mi?
Kendimde bile durduramadığım sakıncalarla elimi mi uzatsam dinecek yoksa sadece tebessüm mü kurtarır çığlıkları?
Kaç kişinin gülümsemesi sol yanından merceklere sıçrıyor ki? Kaç kişi içi pır pır ederken saf bir merhametle ve insanlıkla karşısındakinin omzuna dokunup her şeyi geçirmek istiyor?
Yani şimdi ben istemişim,
Yani şimdi ben kendimi bildim bileli istemişim ne fark eder.
İmkansız biliyorum.
Mümkünatı yok görüyorum.
Uzattığım şefkatli, sıcak avucum zaten bir omuz bulamaz. Bulsa da sahibinin soğuk bir bakışı ve elinin tersi onu kapkara zindanlara duygudan yoksun bir reddedilişle hapseder.
O zaman ortada ne ben kalırım ne de terazimin ayarı doğru durur.
Yağmurlar oyalar belki bizi bir müddet ama nihayet görünenin de önüne geçen hakikat bu sefer gölge olur, karartır gözümüzü.
Tepemize dam olup rahmetin savunuculuğunu yok eder.
Vakit bundan sonra sadece yokluğu getirir. Ne var ki bu sefer kimsenin terazisi yoktur.
Artık dünya da ne yaşanırsa yaşansın herkes siyah film camlar ardından izler bunları. Bir şey terstir ama herkes birbirini görebilecekken kendi karanlıklarında, kendi yansımalarıyla yetinme adı altında, kaçışlarına mazeret sunarak, korkaklıklarını 'özgürlüğe saygı' diye kapatarak geçinirler.
İşte bu devirde kahraman yoktur. Adaylarda pelerinlerini pervanelere kaptırırlar.