Dünyaya yeniden gelsem kesinlikle eski zamanın İngiltere'sinde doğmak isterdim. Bunun en büyük nedeni ciddi ve aşırı saygı barındıran konuşmalardır eminim. Daha sonra mühürlü mektuplar, şapkalara uydurulan kurdeleler, aşırı özenli balolar, bitmek bilmez çay saatleri...
Daha o kadar çok şey sayabilirim ki.
Kitaplardan okuduğum ve hayallerimde yaşadığım her şey için isterdim bunu.
Bir de şu bendeki bitmek bilmez
'kendi zamanını kabullenememe' durumu yüzünden sanırım bu özenti hali.
Eminim benim dışımda böyle hisseden yüzlerce kişi vardır. Ama insan hisleriyle tek başına hesaplaşıyor ne yaparsın.
Evet daldan dala konan girizgahtan sonra asıl konumuza gelirsek; kitabımız bizi o eski 20. yüzyılın başlarındaki İngiltere'ye götürüyor. Ve orada dünyanın en güzel duygusunu aşkı anlatıyor.
Konusuna geçmeden önce kitabı hemen burada eleştirip beni büyülen kısımlara bulaştırmamak istiyorum. Kitap eski zamana ilgisi olanlar için muazzam. Gerek konuşmalar gerek mektuplaşmalar fazlasıyla doyuruyor sizi. Diğer taraftan saf ve engellere rağmen unutulamayan bir aşk arayanlar için de tebessüm ederek okunacak bir kitap. Yalnız şöyle de bir gerçek var ki dünyaca ünlü yazarların kitapları kadar da kusursuz değil. Ama siz birkaç günlük boşluğunuzda hafif bir şeyler okuyup kafa dağıtmak ve sonunda da mutlu olmak isterseniz gönül rahatlığıyla önerebilirim.
Konumuza gelirsek kitap; zamanın çıt kırıldım hanımlarından epey bir farklı olan Jane Champion ve onun yakın arkadaşı olan yakışıklı ressam Garth Dalmain arasında yaşanan aşkı anlatıyor.
Jane, otuz yaşında, kendi ekonomik bağımsızlığını ilan etmiş, diğer hemcinslerinden hem giyiniş hem de tavır olarak tamamen zıt karakterde bir kadındır. Pek çok yakın dostu olan ve onlar tarafından da bir abla veya anne gibi sevilip sayılan biri olmuştur. Garth ise güzel olan her şeye hayran olan bir ressamdır. Hala çocukluktan kurtulamamış, gördüğü her şeye sanatsal bir gözle bakan, neşeli biridir.
Bu iki yakın arkadaş Jane'in teyzesi Düşes'in düzenlediği 'en iyi toplantı'ların birinde bir araya gelir ve sohbet ederler. Kitap başlangıçta bu karakterlerin yaşamlarını anlatarak başlar. Asıl kurgu ise bu toplantının sohbet konusu ile açılır. Konuşmalar uzayıp giderken akşam yapılacak olan müzik ziyafetinin onur konuğunun geceye katılamayacağı haberi gelir. Buna çok üzülen Düşes'in halini gören Jane ise 'Gül Bahçesi' adlı parçayı kendisinin söylemesini teklif eder.
Gül Bahçesi
İşte bu andan sonra hayatlar birden değişir. Jane piyanoda şarkıyı çalıp da aşağı indiğinde kendisi gölgeler arasında bekleyen büyülenmiş bir Garth bulur. Genç adam o anda ondaki büyülü ışığı görmüş ve genç kadına tutulmuştur. O bir hafta -Jane olayın tam farkında olmasa da- genç adamın aşırı ilgili halleriyle sürer gider. Daha sonra araya birkaç günlük bir ayrılık girer. Jane bu sırada içindeki sıkıntıya bir türlü anlam veremese de genç adamı görünce her şeyi unutur. Ve o buluştukları gece Garth tüm duygularını itiraf edip Jane'e evlenme teklif eder. Ama Jane belli nedenlerle bunu kabul etmez ve bir dünya turuna çıkar.
Aradan üç yıl geçer ve bizim güzel her şeye hayran olan genç ressamımızın başına bir felaket gelir. Karanlıklar Ülkesinde yaşamaya mahkum olmuştur ve ruh sağlığı çok kötüdür. Bunu duyan Jane zaten daha fazla dayanamadığı ayrılığı bitirmek ister ve onu görmek istediğini belirten bir mektup yazar ancak kabul edilmez. Bu sefer ise çaresiz aşık çılgın bir yolla sevdiğine kavuşmaya çalışır.
Evet şu andan itibaren benim kitapla ilgili spoi barındıran düşüncelerimi okuyacaksınız.
Jane alımsız bir kadın olarak anlatılıyor kitapta. Bu yüzden de ben 'bir gün benden sıkılmasına dayanamam' diyerek evlilik teklifini reddetmesini biraz haklı buldum.
Ve Garth ile en baştaki toplantıda yaptıkları sohbette geçen o 'her sabah kahvaltı masasında görmek isteyeceğim bir yüz değildi elbette.' cümlesiyle geçen gerekçeler tam anlamıyla içimi parçaladı. Bir kadının bunun ihtimalini düşünmesi bile felakettir.
Daha sonra 'Tek Kadın ve Tek Adam' üzerine olan konuşmalarda bayılarak okuduğum yerlerdi. Ortak arkadaşları olan Doktor Deryck geldiğin de Jane ve Garth ile yaptığı konuşmalarda her kalp ağrısı çekene böyle bir doktor lazım dedirtti.
Jane'in doktora gönderdiği mektupta kendi durumuna benzettiği Kızıl Deniz'i geçme hikayesi de sanki 'hayatım ancak ilahi bir gücün yardımıyla düzelebilir' der gibiydi ve daha sonraları söylenen kilise ezgileri ve edilen dualarda istenilen aşka inandırıcılık kattı. Çünkü insan yaratıcısına en çok darda kaldığı zaman koşar. Ve biliriz ki bu içimizde büyüyen sıkıntıyı ondan iyi anlayan ve geçirmeye kudreti olan bir başkası yoktur.
Kilise bölümden unutulmaz bir ezgi
Ah bir de yetenekli ressamımızın çizdiği tablolar var ki her şeye rağmen içinde az da olsa şüphe bulunduran Jane'in tüm tereddütlerini silip atmıştır.
Ve birazda o ilk itiraf gecesinde genç kadının hayaline bir göz atalım.
Mutlu musun sevgilim?
Kusursuz bir mutluluk bu!
Şimdi de okurken kurgu ile birlikte tam olmuş dediğim, beni etkileyen ya da kendimce 'Evet, doğru' dediğim yerlere bir göz atalım.
*
*
*
*
Ve sanatçı ruhlu aşığımızın bestesi.
Evet, sizde boş zamanınızda birkaç yüzyıl uzaklaşmak ve fedakar bir aşk yaşamak isterseniz Kalp Sızısı'nı okumayı düşünebilirsiniz. Benim için -çıtayı çok yükselttiğimi söyleseler de- aşk romanları okumak vazgeçilmez bir şey. Keyifli okumalar.
Mutlulukla kalın.